‘Cin musallat oldu’ kültürel bir sendrom…
Kişilik bozukluklarında çocukluk çağı travmaları çok önemli. Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, beynin yüzleşilemeyecek kadar ağır olan travmayla baş edebilmesi için onu hastalık formuna soktuğunu söylüyor. Beynin bunu yapmaması halinde şizofrenik dağılma olacağını kaydeden Tarhan, genetik yatkınlığın travmayla birleşmesi halinde kişilik bozukluğu gelişebileceğine dikkat çekiyor. İlaç ve psikoterapi tedavilerinin yanında, meta bilişsel tedavi denilen ve travmanın yönetilebilmesini sağlayan yöntemlerin olduğunu kaydeden Tarhan, hafızanın geçici olarak silinebildiğini belirtiyor. Öte yandan Tarhan, ‘Cin musallat oldu’ kavramının da dissosiyatif bozukluğun kültürel versiyonu, kültüre özgü bir sendrom olduğunu belirtiyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çoklu kişilik bozukluğunun nedenleri, tetikleyicileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Çoklu kişilik bozukluğunun ilgi çeken, hakkında birçok film yapılmış bir konu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sanatsal yönü de çok kolay olan bir hastalık grubu olduğu için biraz da abartarak çok film yapıldı. Aslında çok sık rastlanan bir rahatsızlık da değil. Filmlerdeki durumların yaklaşık yüzde 20’si doğrudur. Yüzde 80’i de genellikle abartıdır.” dedi.
Çoklu kişilik bozukluğunun birçok türü olduğuna değinen Tarhan, diğer bilişsel bozukluklarla karıştırılmaması gerektiğine dikkat çekti. Tarhan, “Çoklu kişilik bozukluğunda birey, kişiliğinde geçici olarak bir bölünme yaşıyor. Bir kişinin duygu regülasyonuyla ilgili alanlar bozulduğunda bipolar bozukluk ortaya çıkmış oluyor. Algı, benlik bozukluğu da şizofreni oluyor. Algı, bellek, bilinç ve kimlik süreçlerindeki bozulma olan durumlarda çoklu kişilik bozukluğu oluyor.” şeklinde bilişsel bozukluklar arasındaki farkları açıkladı.
Bireyin A kişiliği yaşarken bir anda ‘alter kişilik’ de denilen alternatif kişilik tarzında bir kişiliğe büründüğünü belirten Tarhan, “Birden çocuklaşıyor. Çocuk gibi davranıyor, çocuk gibi konuşuyor. Çocuksu şeyler yapıyor. Ya da farklı durumlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin bir vakam vardı; babası emekli subay olan bir kız çocuğuydu. Kızın o alter kişiliği ortaya çıktığı zaman onbaşı, çavuş diye tanımlıyordu insanları ve emirler veriyordu.” dedi.
Kişilik bozukluklarında çocukluk çağı travmalarının çok önemli olduğuna dikkat çeken Tarhan, “Kişi çocukluk çağında bir travma yaşıyor. Bu çözülemeyecek, yüzleşip konuşulamayacak bir travma. Beyin o travmayı daha kabul edilebilir bir savunmayla böyle bir hastalık formuna sokuyor. Beyin bunu otomatik yapıyor. Eğer bunu yapmazsa şizofrenik dağılma olacak. Kendi kendine konuşan, hayal kuran bir beyin bölgesi oluşacak. Tamamen izole olup gerçeklerden kopacak. Çoklu kişilik bozukluğu şizofreni gibi değil. Kişi bu durumu devamlı değil, zaman zaman yaşıyor.” şeklinde konuştu.
Özellikle sağlıklı hayat sürerken stres altına giren kişilerin beyinlerinde serotonin ihtiyacının arttığını dile getiren Tarhan, “Serotonin beyinde belli bir oranda bulunuyor. Bazı kişilerde de beyinde serotonin taşıyıcı gen var. Yani orada genetik yüklülük var. Stres altında beyin serotoninlerin dağıtımını yapamıyor. Yapamayınca çözülmemiş olan çocukluk çağındaki o travma tekrar canlanıyor. Kişi o travmayı yaşamaya başlıyor. Beyindeki serotoninler tekrar eski haline geldiği zaman, kişi bu durumdan ancak çıkabiliyor.” ifadelerini kullandı.
Tedavinin hem ilaç hem de terapiyle yapılması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu hastalığın hem biyolojik hem de psikolojik boyutu var. Bu kişilerde beynin bir bölgesi bütününden farklı çalışıyor. Beyin görüntüleme yöntemleriyle yapılan çalışmalarda beynin nasıl çalıştığı görülüyor. Mesela farklı diller konuşurken beynin farklı bölümleri çalışır. Kelimeleri karıştırmayız. Sağlıklı biri hangi dili konuşursa, karıştırmadan konuşabilir. İnsanların günlük yaşantısında da öyledir. Otomatik öğrenilen şeyler hemen çıkarılır ve kullanılır. Bu rahatsızlıkta beyin çözülmemiş travmaları rafa koyuyor. Ama yoğun stres altında o kapak tekrar açılıyor. Sönmüş volkan gibi olan durum tekrar alevleniyor ve tıpkı volkanların zaman zaman patladığı gibi patlıyor. Bir kaos oluşturuyor. Kişi kontrol ve savunma duygularını güçlendiriyor ve tekrar normal hayata dönebiliyor ya da tedavi ile düzelebiliyor. Bu nedenle bu nörobiyolojik boyutu olan bir hastalık, böyle soyut bir hastalık gibi düşünmemek gerekiyor. Psikiyatrik hastalıkların büyük ölçüde beyinde biyokimyasal karşılıkları var.” diye konuştu.
Genetik faktörünün yatkınlık şeklinde görüldüğüne değinen Tarhan, “Anne ve babada, yakın akrabalarda varsa çocuk da stres altında bunu bir savunma olarak kullanıyor. Çocukluk çağı travması varsa da o çözülmemiş travmayı ilerde bu şekilde ifade edebiliyor. Bu bilinçli olarak yapılmıyor, zaten sorun orda. Algı ve bellek farklı çalışıyor. Kişi o dönemi yaşıyor, unutuyor çoğu zaman. Neden yaptığını, nasıl yaptığını anlatıyorsun, tamamen farklı bir bilinç durumu oluşmuş kişide. Onun için tedavisinde hipnoz çok işe yarıyor, hipnoz kullanıyoruz.” dedi.
Bu rahatsızlıkta önce epilepsi olup olmadığının araştırıldığını söyleyen Tarhan, “Adli tıp gibi yatılı gözlem yapılan bölümlerde beyin elektro cihazları vardır. Kişinin davranışlarının istem dışı olup olmadığının anlaşılması için psikomotor nöbetlerini tespit eder. Psikomotor nöbetler geçiren birinin cezai sorumluluğu yoktur. Bilinçli olarak suç işlemez o kişi. Kişi suça meyilli değilse, hipnotik telkinle de suça yönlendiremezsiniz. Suça inanıyorsa önceden de niyeti varsa o durumda yönlendirilebilir. Dissosiyatif bozukluk tanısı almış bir kişininse cezai ehliyeti yerindedir. Çünkü muhakeme bozulmuyor. Bilinç geçici olarak sisleniyor ama bilinç kontrolü bozulmuyor, cezai sorumluluğu kalkmıyor kişinin. Bu sebeple bu hastalık akıl hastalığı sayılmaz, psikoz gurubunda değil.” açıklamasında bulundu.
Kültürümüzde ‘cin musallat oldu’ kavramının dissosiyatif bozukluğun kültürel versiyonu olduğuna değinen Tarhan, “Ancak bu durum dissosiyatif tanısı almıyor. Kültürel bir öğreti olduğu için kültüre özgü sendrom olarak adlandırılıyor. Bu kişiler de tabii sağlıklı değil ama onlarda bilinç yerinde. Kültürel olarak inandıkları için rahatlıkla yönlendirilebiliyorlar. Mesela reenkarnasyon vakaları çok çıkıyor. Çıkmasının sebebi de o bölgede kültürel olarak öğreti var. Kişi, çocukluk yıllarında bir şeyler yaşıyor, sonra unutuyor ama ileri yaşta bir şeyler anlatmaya başlıyor.” dedi.
Konuyla ilgili literatüre giren bir vakadan da bahseden Tarhan, “Bir kişi kafa travması geçiriyor ve yoğun bakıma yatıyor. Yoğun bakımda İtalyanca bir şeyler konuşuyor kendi kendine. Yoğun bakım uzmanı da merakla kaydediyor konuşmaları. Kişi yoğun bakımdan çıkıp iyileştiğinde ona konuşmaları dinletiyorlar. ‘Ben İtalyanca bilmiyorum ki’ diyor. Peki, nasıl oldu? Bu olay hemen reenkarnasyon diye yorumlanıyor. Araştırıldığında ise 2-3 yaşlarındayken İtalyan kökenli bir bakıcısının olduğu ortaya çıkıyor. 0-3 yaş arası olduğu için hatırlamıyor ama beyin onu kaydetmiş. Travmayla birlikte de onlar ortaya çıkmış. Beynin çoğundaki öğrenmenin kontrolü kalktığı için ilk öğrenmeleri ortaya çıkıyor.” şeklinde konuştu.
Çoklu kişilik bozukluğunun çok kolay tanımlanabileceğini aktaran Tarhan, “Kişi bazen çok olgun bazen çocuk gibi davranışlar sergiliyor, kendi kendine konuşuyor, gülüyorsa ve bunları hatırlamıyor veya reddediyorsa orda beynin bir bölgesindeki Alter kişilik devreye giriyor demektir. Kişiyi bu durumla hemen yüzleştirirseniz, sorgulayıp bu durumdan çıkabiliyor. Terapilerde, kökleşmiş olan kişilik yapısına tekrar dönmesi sağlanabiliyor. Benlik algısı tekrar toparlanabiliyor. Bu nedenle alternatif kişilik tanımını doğru yapmak gerekiyor. Örneğin bazı kişilerde, kendi içinde otobiyografik bir hafızası olabiliyor. Kendi ayrı bir kimliği özgeçmişi oluyor ve onu yaşıyor. Bunu gözlemleyerek ve sorgulayarak anlayabiliyorsunuz. Bu kişi genellikle çocukluk çağı travmasına dönüyor, fiziksel ve cinsel istismar çok görülüyor. Cinsel istismar kendi ailesinin kabul edemeyeceği bir şey olduğu için kişi bunu kimseye anlatamıyor. Suçluluk, pişmanlık duygusu yaşıyor. Sebepsiz karın ağrıları oluyor mesela, bir araştırılıyor ki o karın ağrıları gibi durumların arkasında cinsel suçluluk hissi var. Çocuklukta yaşadığı cinsel istismarı unutuyor ama karın ağrısı gibi kasılmalarla birlikte sanki olay tekrarlanıyormuş gibi o anki hissettiklerini yaşıyor.” açıklamasında bulundu.
Çoklu kişilik bozukluğunda, kişinin günlük yaşam aktivitelerinin etkilendiği, iletişim işlevselliği ve aile uyumunun bozulduğu durumlarda tedaviye başvurulması gerektiğini belirten Tarhan, “Tedavide iki protokol uygulanıyor. Bunlar ilaç ve psikoterapi. Bazen ilaç tedavisi yeterli olmuyor, travma çalışması yapılıyor. Çözülmemiş travmasına mantıksal bir çözümleme getiriliyor. Meta bilişsel tedavi denilen yeni bir yöntem var. Bu yöntemle kişi yaşanılan travmayı çözemezse de kabullenip yönetebiliyor. Kişiye bu tedavi uygulandığında, o travma artık beyinde sessiz hale geliyor. Unutulmuyor ama uzak belleğe gönderiliyor.” dedi.
Hastalığın sosyal hayatı bozduğunu ve ileri durumlarda hastanın yatırılması gerektiğini söyleyen Tarhan, “Belleği silen elektriksel tedavilerle hafıza geçici olarak siliniyor. Kişi gerekli şeyleri hatırlıyor, gereksizler uzak belleğe gönderiliyor. Bir de klinik hipnoz tekniği var. Bunun için kişinin önce uzmana güvenmesi lazım. Güvenirse kendini bırakır, dikkatini verir vücut bir pencere açar ve uzman, beyninde dolaşır. Hipnoz denilen bilinçli uykudur veya bilinci açıktır ama kontrolü başkasına bırakmıştır. Beynimizde duygusal bir radar var, beynin hangi bölgesine giderse o bölgelerdeki bilgileri kullanıyor. Uzman, kişinin geçmişini biliyorsa, o geçmişe göre travmalarını buluyor. Onun için artık tehdit ve tehlike olmadığını söylüyor. Bunun bir çaresi, çözümü olduğu gibi pozitif pekiştirmeler yaparak korkularını gideriyor. Birkaç seanslık telkin çalışmasıyla kişi iyileşebiliyor. Ancak kişinin tedaviye tam teslim olması lazım. Hipnoz telkine açık kişilerde çok işe yarıyor. Polis ve asker gibi komut almaya alışkın kişiler telkine açık oldukları için kolay hipnoza girerler. Ancak her şeyi sorgulayan, bilimsel kimliği olan birini kolay kolay sokamazsınız hipnoza.” diye konuştu.
Çoklu kişilik bozukluğunda bir kişide üçten fazla kişilik görmediğini dile getiren Tarhan, “Filmlerde çarpıcılık beklendiği için olayları abartıyorlar, 20 tane kişilik gerçekçi değil.” dedi ve sözlerini şöyle tamamladı:
“Gerçek hayatta 20 tane kişilik literatürde de hiç görmedim. Ama dissosiyatif kimlik bozuklukları rastladığımız bir durum. Bir uzman bunu bir seçenek olarak her zaman düşünmeli. Özellikle de sık sık kişilik değiştiren, kimlik değiştiren kişilerde. Bazı hastaların bundan ikincil kazancı da oluyor. Bu şekilde davrananlar hasta diye bütün ailenin ilgisini çekiyor ve birçok yükten, işten kurtuluyor. Olgunlaşmamış çocuksu kişilerde bu daha çok görülüyor.”