Dünya Gazetesi bugün 71 yaşında, Türkiye’nin ender ve spesifik bir basın markasıdır.
Değerli Türk Yazarımız, gazeteci Falih Rıfkı ATAY’ın kuruculuğu ile Cumhuriyet sonrası Türkiye’nin farklı bir sesi olmuştur. Yıllar içinde Dünya Gazetesi bazı süreçlerden geçerek 1981 yılında, “Çekirdekten Gazeteci, Mesleki Akademisyen, Sporcu, Bürokrat, Ticari Yönetici, Fahri doktor, Vakıf kurucusu” rahmetli üstadımız Sayın Nezih DEMİRKENT’in imtiyaz sahipliğine geçmiştir.
Bir insan olarak hayatta geçirdiğimiz süre boyunca, herkesin böyle bir insanı tanımasını yürekten isterdim. Bir anekdot olarak, Rahmetli Üstad vasıtası ile yaşadığım ve unutamayacağım iki hadise oldu.
İlki, rahmetlinin cenazesinin Dünya Gazetesi’nin önüne getirildiğinde o günkü Genel Yayın Yönetmenliğini yapan, Sn. Osman Arolat’ın gözyaşları ve hıçkırıklar içinde kendisi hakkındaki iki sözü şu oldu;
“Basın ilkelerinin ahlaki kurallarından bir an bile bir adım uzaklaşmadı” ve “Gazeteci duruşu ile hiç kimsenin önünde eğilmedi ”
İkincisi ise; Personelinin patronu olmayı hiç denemedi ve seçmedi. Çalışanlarına “evladım” diye hitap eder, çalışanları da onu bir “baba” olarak görürlerdi. (Kaldı ki, bugün derneğimizde onur ile görev alan meslek büyüklerimizden, Tahsin ARDIÇ’ın 12 yıl boyunca Dünya Gazetesi Bursa Direktörlüğünde ve Boybeyi ÇELİK’in “rahmetli” ile uzun yıllar yaşanan tecrübelerinden de bugün bile bunları teyit etmek mümkündür.)
Gelelim bugüne;
Sevgili Onur FİDANSOY, Bursa Ekonomi Gazetecileri Derneğimizin (BEGD) değerli bir üyesidir. Derneğimizin tıpkı diğer üyeleri gibi Bursa’ya mal olmuş, tertemiz, lekesiz, basın ahlak ve ilkelerine bugüne kadar riayet etmiş, genç yaşına rağmen yerleşmiş bir karaktere sahip, saygı ve sevgi ölçülerini nerede, nasıl kullanması gerektiğini bilen, bugüne kadar çalıştığı kurumların farklı iş ve ahlaki harmanı ile disipline olmuş bir basın emekçisidir.
Dünya Gazetesi’nin bugün yaşadığı süreç, ne yazık ki 71 yıllık bir Türkiye markasına ve özellikle de rahmetli Nezih DEMİRKENT’in bu kadar emeğine layık bir süreç değildir. Nitekim Türkiye’nin her yerinde temsilciliği olan bir basın markası olarak, Bursa’da yaşananlar,“gazeteciliğin gereklerini sadece gazetecinin yapacağı” gerçeğini unutarak temsilcilik seçeneğini “yanlış ellerde” kullanmışlardır.
Temsilcilik dediğin, kurumun aynasıdır. Kurumu yansıtır. Kurumun bir asra yaklaşan örfleri, kuralları ve disiplini mevcuttur. Bu havayı solumayan, kağıt üzerindeki yeterlilikler ile kartvizitlerine yazdırdıkları afilli konumlandırmalar ile bir “DÜNYA” markasını kolayca hak edemezler. Bir markayı cebinde taşıyor olmak, yetenekli olduğun alanı bırakıp, yetenekli olmadığın alana teşebbüs ederek ağalık, paşalık yapmanı gerektiremez.
Kıyamet alametlerinden bir tanesi de; Buhari’nin söylediği gibi “Ehli olmayana iş verilir” Bugün yaşanan da tam budur. Mesleği gazetecilik olmayanın, mürekkep kokusunu bilmeyenin, bastırdıkları gazetenin hangi aşamalardan geçtiğinden bir haber sadece üzerinde ne kadar reklam varsa gece gündüz onun hesabını yapanların harcı değildir bu.
“Cahil cesur olur” deyişini haklı çıkarmak istercesine, her taze b..’a atlayanların, pervasızca keskin ve kesin hükümler verenlerin, aksi ispat edildiği zaman “herkes enayi ben akıllıyım” diyerek sırıtanlarında harcı değildir.
Kendi “sözde mesleğinin” farklı kuruluşlarındaki çalışanlarını, karşılaştığın herhangi bir toplantıda, “önce merhaba” sonrasında “benimle çalışır mısın?” diyerek, karşındakini, çalıştığı kurumu hiçe sayarcasına girdiğin bencilliği ve ahlaksızlığı, kendi çalışanına önce işe başlatıp arkasından iş çevirerek kapının önüne koymak da herkesin harcı değildir.
Fanatizm ve kibir doğru görmeyi engeller.
Zaten herkes, niyeti, samimiyeti ve gözünün görme derecesi kadarını görür!
İşte böyle böyle yanlış fikir, yanlış düşünce, yanlış değerlendirme “bilgi” ve “belge”nin önüne geçer.
Bugün işsiz kalan meslektaşımız, Onur FİDANSOY’a yaşatılanlar budur.
Emanete sahip olmak, işi ehline vermek; emanetle beraber adaletin tesisi için gayret sarf etmek “sâlih bir insan” olmayı gerekli kılar. Salih insan ise faydalı işler gören, sulh yapan, anlaşan, vazifelerini tam ve doğru olarak yerine getiren, yeterli ve düzenli gibi mânâlara gelir.
Bu yönleriyle hakkaniyetten ayrılmayanlar yeryüzünün gerçek mirasçılarıdırlar. Bu vasıflarını kaybettikleri takdirde, miras, hak sahibi olmayan kimselere kalır.
Bu kimseler, meşru mirasçı olmak bir tarafa, doğrudan doğruya bu mirası gerçek hak sahiplerinden gasp ve talan etme peşindedirler.
Velhasıl;
“Emanet” kavramını, “Adalet” kavramı ile harmanlayamayanlar kısa mutluluklara muhtaç olanlardır. Oysa hayat bir gündür ve belki de yaşadığın o gün son günündür…
“Allâh size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allâh, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allâh her şeyi hakkıyla işiten ve görendir.” (Nisâ, 4/58)