Sosyal Medya Tasarısı olarak bilinen, “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBMM’ye sunulduğu andan itibaren ciddi tartışmalara konu oldu. Gelen tepkiler üzerine, sosyal medya tasarısının Meclis’te görüşülmesi 28 Ekim tarihine ertelenmişti. Bilişim ve İnternet Hukuku Uzmanı, Altınbaş Üniversitesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Hasan Sınar, tasarının neler getirdiğini ve yürürlüğe girdikten sonra hayatımızda ne gibi değişikliklere yol açabileceğini açıkladı.
Doç. Dr. Hasan Sınar, öncelikle usul yönünden bir eleştiride bulundu ve yasa tasarısının yurttaşların anayasal haklarını temelden etkileyecek bir içeriğe sahip olduğu için, konunun paydaşları ile istişare edilerek, şeffaf ve katılımcı bir anlayışla hazırlanması gerektiğini; ancak bu yönteme başvurulmadığını, bunun da hatalı olduğunu ile getirdi. Doç. Dr. Hasan Sınar, anayasal hakları etkileyecek bu düzenlemeden kamuoyunun ancak Meclis’e intikal ettikten sonra haberi olabildiğine işaret etti.
Yasa Tasarını içerik yönünden de değerlendiren Doç. Dr. Sınar, ilk maddede yer alan ve Basın Kanunu’nun amacını düzenleyen 1. maddesine “internet haber sitelerinin” de dahil edildiğini, internet yayıncılığının Basın Kanunu kapsamına alındığını söyledi. Bu uygulamanın bundan 21 yıl önce 4676 sayılı Kanun ile denendiğini ve zamanın Cumhurbaşkanı tarafından haklı gerekçelerle veto edildiğini vurguladı. Doç. Dr. Hasan Sınar, bu yeni düzenleme ile internet haber sitelerinin, Basın Kanunu kapsamındaki süreli yayınlar için belirlenmiş yükümlülüklere tabi kılındığını söyledi. İnternet haber sitelerini günlük gazeteye indirgeyen bu düzenlemedeki sorunun, internet yayıncılığının kendine özgü, dinamik işleyiş biçimini, tekniğini, altyapısını ve en önemlisi çeşitliliğini göz ardı etmesi olduğunu belirtti.
“Sosyal medya kullanımına özgü bir suç tipi ihdas ediliyor”
Ancak tasarıdaki en önemli sıkıntının, 29. Maddede yer aldığına dikkate çeken Doç. Dr. Sınar, “Bu madde ile, Türk Ceza Kanunu’na yalnızca sosyal medya kullanımına özgü bir suç tipi ihdas edilerek, bireylerin sosyal medya paylaşımları nedeniyle doğrudan cezalandırılabilmeleri mümkün hale getiriliyor.” dedi. “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu işleyenin bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması” olarak özetlenecek düzenlemenin ceza hukukunun temel ilkeleri yönünden problemli olduğunun altını çizdi. Anayasal bir hak olan ifade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasanın 26. Maddesinde belirlenen sınırlama ölçütleri dışında, “ülkenin iç ve dış güvenliği” gibi anayasa dışı bir cezalandırma ölçütünün de getirilmiş olmasının anayasaya aykırı olduğunu ekledi.
“Suçun saptanmasında keyfilik söz konusu olabilecek” Meşruiyeti tartışmalı bu ölçütün dayanağını, hangi anayasal kuraldan aldığı sorusunun yanıtı olmadığını söyleyen Hasan Sınar, “gerçeğe aykırı bilgi” kavramının üzerinde durmak gerektiğini belirtti. Hasan Sınar, sosyal medya gibi çok farklı kaynaklardan ve sürekli bir bilgi akışının yaşandığı mecralardaki paylaşımlarda, basın hukukunda bugüne kadar kabul gören “görünürde gerçeklik” koşulunun sağlanmış olmasının yeterli olduğunu ifade etti. Ancak suç tipinin madde metninde ve gerekçesinde de bu konuda hiçbir saptamaya yer verilmemiş olmasının, gerçeğe aykırılığın tespiti hususunda tamamen keyfi davranılmasına elverişli bir zemin oluşturulduğuna işaret etti. Hasan Sınar, her gün milyonlarca insanın on milyonlarca paylaşım yaptığı sosyal medyada bir kullanıcının cımbızla seçilen anlık, basit, sıradan bir sosyal medya iletisinin, isnat edilen suçları işlediği tespitinin nasıl bir ölçütle belirleneceğini sorarak, “Anlaşılacağı üzere tek ölçüt, paylaşımlar hakkında ceza soruşturmaları açan Cumhuriyet savcılarının değerlendirmeleridir” dedi. Bu durumun, belirlilik kuralı ve ceza normunun öngörülebilirliği ile açıkça çelişkili olduğuna dikkat çeken Sınar, suçun maddi unsuru bağlamında, burada “somut tehlike suçu” ihdas edildiğini ve alenen yayılan gerçeğe aykırı bilginin ancak “kamu barışını bozmaya elverişli” ise bu suçun oluşacağını söyledi. “Aslında bireysel paylaşımlar ile kamu barışının bozulacağını bile tahayyül etmek güç” diyen Hasan Sınar, benzer bir somut tehlike güvencesinin getirildiği “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu”nu (TCK md. 216/1) örnek gösterdi. Sınar, bu maddenin de aslında yalnızca “kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması” halinde uygulanması gerekirken, bugün çok keyfi, yoğun ve ölçüsüz şekilde uygulanan bir norma dönüştüğü değerlendirmesini yaptı. Bu pratiğe bakarak, salt sosyal medya kullanıcılarını hedef alan, gerçeğe aykırı bilgi yayma suçunun da benzer bir olumsuz uygulama örneğine dönüşebileceğinin altını çizdi.