Çoğumuzun alışkanlıkları değişti. Sabah gözlerimizi açar
açmaz çoğumuz, hala yukarıdaki tabloya benzer rakamları merak ederek uyanıyoruz.
Sosyal bir varlık olan insanın, iş hayatı
ve ev yaşantısı arasındaki sosyal yaşam dengesinin sağlanması, sürdürülebilir
mutluluğun temel kaynağı. Hayatın her anı Covid 19’a odaklı yaşanıyor artık.
Birçok kişi bilhassa beyaz yakalılar, evden online
çalışmaya çok hızlı adapte oldu. Bir yandan yemek yaparken toplantıya
katılanlar, çocuğu ile oyun oynarken rapor hazırlayanların oranı bihayli fazla.
Böyle bir deneyimi yaşama fırsatına sahip olan insan, pandemi korkusuyla tekrar
ofislerine dönmek istememesi çoğumuza “tuhaf”
gelmiyor.
Pandemi, adeta tüm çalışanların arasına kalın duvarlar ördü.
Birçok insan aylardır iş arkadaşlarını görmüyor. Sanal bir işe aidiyet
oluşturulmaya çalışılsa da, iş arkadaşı ile mailleşmek dışından bir etkileşimin
olamaması durumu, sosyal bir varlık olan insanın gelecekteki tepkisini belirsiz
kılıyor.
Öyle gözüküyor ki, bir süre daha biraradalık halinde
olunamayacağı aşikar.
Özgürlüğün bile yeniden tanımlanmasına şahit olduğumuz bu
günlerde sahip olduğumuz her şeyin sahibi olmadığımızı gördük. Yaşamımızı
sürdürebilmek adına doğaya ne kadar ihtiyacımız olduğunun farkına varıyoruz.
Bundan sonra daha farklı olacak ile başlayın devamında maddelerce süren doğaya
karışma planları yapıyoruz. Birimiz alternatif tatil şekilleri planlarken,
diğerimiz uzun doğa yürüyüşlerinin hayalini kuruyor. Gidip saatlerce alışveriş
merkezlerinde vakit geçirmek, bunca zamandır karantinada olan insanlar için
cazibesini yitirdi. Halk sağlığı birlikte olmayı tehlike olarak görüyorsa ve
uyarıda bulunuyorsa, bir arada olduğumuz her yerden vazgeçmemiz gerekiyor. Öyle
anlaşılıyor ki bu pandemi tıpkı diğerleri gibi bizlere sosyal alanda büyük
sürprizler ve yenilikler sunmayı amaçlıyor.
DÖNÜŞÜMÜN
GÜCÜ
Dünya tarihinde insanlar, üzerinde büyük etkiler yaratan olaylardan
sonra bu yaşadığı olaylardan ders çıkaracak ve ilerlemeye devam edecek. Covid-19
sonrasında da dünya kendini yeniden inşa etme sürecine girecek. Yani bu kadar
olağandışı, yıkıcı etkilerinin yanında, tarihteki örnekleri gibi insanları
harekete geçiren, değişimi tetikler ve toplumsal duyarlılığa neden olan olumlu
gelişmeleri de beraberinde getirir.
Şu anda içinde bulunduğumuz ekosistem çöküp, yerine daha bütüncül,
evrensel dayanışmanın desteklendiği, kapsayıcı paylaşım ekonomisine doğru bir
eğilim gözlemleniyor. İnsanın daha tükettiği, sınırsız bir üretim ekonomisine
ihtiyacımızın olduğu yıllardır tartışılıyor, bu çağrıyı kulak ardı eden dünya
artık bir şekilde cevap vermek zorunda kaldı.
Bildiğimiz sosyal yaşam ve onun kuralları yeni dünya düzeninde pek karşılık
bulamayacak. Bu süreç sonrasında sosyal kontrolün ve dijitalleşmenin etkisiyle
daha bireyselleşmiş insan toplulukları oluşmaması için, inanların otoriterlerce
iyi yönlendirilmesi gerekiyor. Burada görev Şehir yöneticilerine düşüyor. Büyük
kent yönetimlerinin insanları yeni düzene adapte etmesi, sürdürülebilir
toplulukların oluşturulması, bu dönemde yapacakları en önemli dönüşüm faaliyeti
olacak.
Tüm insanlık aynı anda bu süreci yaşıyoruz fakat her birimiz farklı
şekilde deneyim kazanıyoruz. Farklı şehirlerde süreç içinde olanların, durumdan
çıkardıkları sonuçta elbette ki farklı olacak. Kentler için düşünülmesi gereken
en zaruri ihtiyaç, yerleşim planlamasının şehrin içlerinden, şehrin çeperine
doğru aktarılması olmalıdır.
Birçok iş kolu dijital çözümler ile işlerini yürütebileceğini
deneyimledi. O halde virüs için uygun ortamlardan uzakta bir arada olmayan yaşam
alanları tercih edilecek.
Şehir planlamaları büyük ihtimal ile içten dışa doğru eğilim
gösterecek. Yani, Şehir merkezlerinden ziyade eteklerin alt yapısı yeniden
yapılandırılmalı. Son on yıldır, planlama, tasarım ve halk sağlığı
kesişimlerine bakan kişiler daha az bulaşıcı hastalıklara, daha çok kronik
hastalıklara, tehlikelere ve afetlere ve savunmasız kişilere odaklandı.
Mevcut pandemi bulaşıcı hastalıklar için tasarım sorununu ön plana
çıkarıyor ve gelecekteki araştırma ve uygulamalar için önemli sorular gündeme
getiriyor.
Bir diğer öneri için kentlerin ve yahut yaşam alanlarının
insanın fiziki koşullarına uyumlu, sağlıklı ortamların olduğu ve en önemlisi
belki de insanların “mental” sağlığı
için uygun ortamlar olmasıdır. Yaşam alanlarının doğaya erişim imkânı sağlaması
gerektiğini yaşanan olaylar sayesinde insanlık öğrendi. Tokyo Büyükşehir
Yönetimi, “yerel renk ve özellikleri bir
araya getirerek” yerel kimliği teşvik eden ve “toplumun cazibesini arttıran” çabaları destekliyor.
Olanakları her yere yani tüm yaşam alanlarına eşit sunmak ve
bir mahallenin kişisel kimliğini geliştirmek, hem fırsatı hem de aidiyeti
teşvik edebilir. Bu komşuluk duygusu zihinsel sağlığın ayrılmaz bir parçası
aynı zamanda.
AKILLI KENTLER İLE SALGINLARIN
ÜSTESİNDEN GELMEK
“Smart city” olarak
kullanılan ve Türkçeye akıllı kentler olarak çevrilen bu kavram, aslında belli
bir ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Teknolojinin ilerlemesinin kentlere yansıması
olarak izah edilen akıllı kentler, sürdürülebilir bir kent yaşamı için üretimin
ve hizmetlerin verimliliğin oldukça fazla olduğu, ekonomik açıdan daha
öngörülebilir bir ekosistem sunuyor. Günümüzde veri ve dijital teknolojinin
yaşam kalitesini arttırdığı gerçeği akıllı kentlerin de önemi artırdı. Bu
sistem ile daha kapsamlı, hızlı ve düşük maliyetle hizmet sunumu sağlanıyor. Kentlerin
akıllı olması durumu ise salgın hastalıklardan korunmak için oldukça sağlıklı
yaşam alanları yaratıyor.
Akıllı kentler özellikle Covid-19 tehdidi ile birlikte yeni çalışma
şekillerinin denenmesi, kentlerin akıllı çalışma yöntemlerini oluşturabilmesi
ve bu durumu sürdürülebilir hale getirebilmesi akıllı kentlerin, kentleri bu
tarz krizlere karşı daha dirençli hale getireceği konusunda öncelik alıyor.
Her şeyin önüne “aklı”
alan 21. Yy, kentlerin eski hantal yaşamına devam etmesine son veriyor. İnsan
sayısı artıkça, sunduğu hizmetin kalitesini artırmak geleneksel hizmet ile
zorlaştığı için zaten yavaş yavaş birçok uygulama dünyanın değişik yerlerinde
deneyimlenmekteydi.
Dünyada akıllı kentler konusunda öncü durumda olan ülke,
aynı zamanda dünya nüfusunun üçte birine yurt olan Çin, kalabalığı izleme,
verileri kaydetme, daha hızlı ve iyi hizmet verme gibi özelliklerinden dolayı
bu uygulamaya geçti.
Akıllı kentler ile ilgili en kaygı verici durum, insanlara
bu hizmetleri sunarken aslında temel hak ve özgürlüklerin hiçe sayıldığı
düşüncesiydi. Siyasi denetimin otomatikleşme, daha çok baskı rejimlerinde
görülen bir durum olmasından dolayı akıllı kentler bu anlamda negatif bir
algıya sahiptir.
Örneğin her sosyal alanda senin bilgin olmadan ateşinin
ölçülmesi, senin ile ilgili verilerin kaydının tutulması gibi durumlar kamu
yararı açısından olumlu fakat bireyin özgürlüğü açısından oldukça endişe
verecektir. Yani akıllı sağlık sistemlerinin oluşturulması, kentler için akıllı
ve doğru planlama için fırsat sunarken bazı kaygı yaratıcı durumlara da sebep
olacağı kaçınılmaz gözüküyor.