Nilüfer Belediyesi Kütüphane Günleri’nde Cumhuriyet’in edebiyatı ve sanatı tartışıldı.
Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü tarafından düzenlenen Kütüphane Günleri, Cumhuriyet’in 100. yılına özel olarak “Cumhuriyet Ve…” temasıyla devam etti. Nâzım Hikmet Kültürevi’nde düzenlenen söyleşiye, A. Ömer Türkeş, Mine Söğüt ve Turgay Erdener katıldı.
Söyleşide, Cumhuriyet’in edebiyatı ve sanatı ele alındı. A. Ömer Türkeş, Cumhuriyet romanının, cumhuriyetle birlikte başlamadığını, Osmanlı’da ilk romanın 19. yüzyılda yazılmasından sonra geliştiğini ve olgunlaştığını söyledi. Cumhuriyet tarihinde yaşanan pek çok olayın Cumhuriyet romanı içinde karşılığını bulduğunu ifade eden Türkeş, “Türkiye’deki pek çok toplumsal ve tarihsel mesele, romanların konusu olmuştur. İlk Osmanlı yazarlarının da niyetlerinde, ‘Osmanlı nasıl kurtulur’ meselesi vardı ve kurtuluş yöntemlerinden biri, kültürel olarak batılılaşmaydı. Bunun aracı da romandı. Cumhuriyet’in ilk romanlarına baktığınızda o dönemin gerilimlerini olmadan ele almak mümkün değil. Tarih romanlarıyla da bir biçimde siyasi alandaki kavgaların edebiyat üzerinde başka yansımalarıyla sürdüğünü söyleyebiliriz. 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde ne yazık ki edebiyatın eleştirilen damarını sürdürenlerin de çeşitli baskılarla karşılaşmasını görüyoruz” dedi.
1950’li yıllarda köy romanları ve kentteki modern bireyin bunalımının anlatıldığı iki temel akım görüldüğünü belirten Türkeş, 12 Eylül darbesiyle muhaliflik zihniyetinin ezildiği için siyasetle edebiyat arasındaki ilişkinin yavaş yavaş azaldığını söyledi. Türkeş, 2000’lerden sonraki edebiyatın değişimini de şu sözlerle paylaştı: “Yeni akımların gelmesi, yeni hayat tarzlarının gelişmesi, tüketim kültürünün yükselmesiyle birlikte ana akım edebiyat, gündelik olaylardaki hafif şeyleri anlatıp, hoşça vakit geçirmek diye bileceğim tarzda bir edebiyat bir yandan da eskinin hala reflekslerini taşıyan bir edebiyat aynı anda görülüyor.”
Cumhuriyet ile birlikte ana akım müziklerde yozlaşma olduğunu söyleyen Turgay Erdener, “Cumhuriyet’ten önce müzik, evde değildi başka bir yerdeydi. Sarayda Abdülhamit vals yazabiliyordu. Ama Türkiye’de başka müzik vardı. Biri, divan edebiyatı destekli saray müziği, diğeri de halk müziği. Cumhuriyet ile beraber aslında ana akım müziklerde yozlaşma oldu. Saray müziği saraydaki olağanlığını yitirdi, başka ticari yükler bindi üstüne. Gazino müziği, piyasa müziği haline geldi. Halk müziği de yurttan sesler topluluğu gibi doğal olmayan bir takım şeylerle yapılır oldu. Koro diye bir şey yok. Cumhuriyet’te üretilen, doğru olmayan şeylerin başında geldiğini düşünüyorum. Bu, bölgelerin kendine has özelliklerini de törpüledi. Çünkü tek bir şey yaratılmak isteniyordu. Geleneksel müziklerimizde bir yenileşme düşüncesi belki de cumhuriyetle birlikte ortaya çıkıyor. Müzik, olması için şiir ve roman gibi basılması düşüncesindeyim. Nadir notaların nadir olarak basıldığı yerlerden biri de Nilüfer. Koro eserleri yazılmıştı Orhan Kemal ve halk şairleri zamanında. O zaman o notalar basıldı ve müzisyenlere ulaştırıldı. Çölde vaha gibi bir konumda görüyorum Nilüfer’i” ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından birinin kişiye her şey olma özgürlüğü tanıdığını söyleyen Mine Söğüt, Cumhuriyet’in edebiyatçılara, sanatçılara, düşünürlere ve medyaya tanıdığı tartışma alanı olduğunu, ancak bunun doğru kullanılamadığını belirtti. Söğüt, “Asıl tartışmamız gereken şeyleri tartışmayıp, kimlikler, kökler, inançlar, gelenekler gibi çoktan aşılmış ya da aşılmaya çalışan ana şeyler olması gereken meselelerin üzerinde oyalanarak, bugünkü sonucu elde ettik. Çok kötü şeyler yaşansa da ileri doğru hayal kurabiliyordunuz bu coğrafyada. Bugün geleceğe yönelik kurduğunuz bütün hayaller sansürlü, daha korkuncu otosansürlü oluyor. Edebiyatın ya da sanatın, kültür ortamının bir yüzyıl içinde yaşadığı bu artı ve eksilerin, bugünden yaptığımız bütün değerlendirmelerin, eksik kalacağını düşünüyorum” dedi.