Türkiye’nin
yurtdışında Türkçe yükseköğretim alanındaki mevcut durumu ve politika
uygulamalarını değerlendiren Cemal Akkuş, analizinde YÖK’ün denklik
yönetmeliği, Türkçe programlara getirilen kısıtlamalar, diaspora ve azınlık
toplulukların yükseköğretim talebi ile Türkiye Maarif Vakfı’nın rolünü ele
alıyor. Akkuş, raporunda mevcut çelişkili politikaların uzun vadeli stratejik
hedeflerle çatıştığını ve tutarlı, bütüncül bir yurtdışı Türkçe yükseköğretim
vizyonunun önemini vurguluyor.
Cemal
Akkuş’un yazısı şöyle:
FIRSATLAR, SORUNLAR VE STRATEJİK VİZYON
Bölüm 1:
Stratejik Bir Alan Olarak Türkçe
Yükseköğretim
1.1. Türkçenin Küresel Ufku:
Bilim, Kültür ve Diplomasi Dili
Türkçenin Türkiye sınırları dışına bir
yükseköğretim dili olarak taşınması, salt bir eğitim faaliyeti olmanın
ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin 21. yüzyıldaki küresel vizyonunun temel
taşlarından birini oluşturmaktadır. Bir dilin uluslararası alanda saygınlık
kazanması, yalnızca edebi ve kültürel zenginliğiyle değil, aynı zamanda bilim,
felsefe ve teknoloji üretebilme kapasitesiyle de doğrudan ilişkilidir. Bu
bağlamda, Türkiye dışında Türkçe üniversite programlarının varlığı, Türkçenin
soyut düşünceye yatkınlığını, yeni kavramlar ve terminoloji üretme
potansiyelini kanıtlayan canlı laboratuvarlar işlevi görür. Bu kurumlar,
Türkçenin sadece bir kültür ve medeniyet dili değil, aynı zamanda modern
bilginin üretildiği ve aktarıldığı dinamik bir bilim dili olduğunu gösterme
potansiyeli taşır. Bu vizyon, Türkiye'nin uluslararası arenada bir "cazibe
merkezi" olma ve kendi etki alanını oluşturma hedefiyle de örtüşmektedir.
Türkçe eğitim veren üniversiteler, bu hedefe giden yolda sadece öğrenci
yetiştiren kurumlar değil, aynı zamanda Türk bilimsel düşüncesinin ve
entelektüel birikiminin küresel ölçekte yayılmasını sağlayan stratejik
merkezlerdir.
1.2. Yumuşak Güç Unsuru Olarak
Eğitim
Modern uluslararası ilişkilerde
"yumuşak güç", bir ülkenin askeri veya ekonomik zorlama yerine
kültürel, siyasi değerleri ve dış politikaları aracılığıyla istediği sonuçları
elde etme kapasitesi olarak tanımlanmaktadır. Bu kapasitenin en etkili
araçlarından biri ise şüphesiz eğitimdir. Türkiye, bu aracı özellikle son yirmi
yılda dış politikasının merkezine yerleştirmiştir. Türkiye'nin yurtdışında
eğitim kurumları açması, uluslararası öğrencilere burslar sağlaması ve kültürel
değişim programları düzenlemesi, hem Türk diasporasıyla bağları güçlendirmeyi
hem de tarihsel ve kültürel bağların bulunduğu soydaş topluluklarla ilişkileri
derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu faaliyetlerin kurumsal taşıyıcısı olarak öne
çıkan Türkiye Maarif Vakfı (TMV), Türkiye'nin eğitim diplomasisinin en somut
örneğidir. TMV okulları, bulundukları ülkelerde Türkiye hakkında olumlu bir
imaj oluşturarak, gelecek nesillerin liderleri olacak gençlerin Türkiye'ye
sempati duymasını sağlamakta ve uzun vadeli stratejik ilişkilerin temelini atmaktadır.
Bu çerçevede, yurtdışında Türkçe yükseköğretim, bu yumuşak güç stratejisinin en
üst ve en nitelikli halkasını oluşturma potansiyeline sahiptir.
1.3. Raporun Tezi ve Yol
Haritası
Bu rapor, Türkiye'nin yurtdışında Türkçe
yükseköğretim alanındaki mevcut durumunu, politika ve uygulamalarını kapsamlı
bir şekilde analiz etmeyi amaçlamaktadır. Raporun temel tezi, Türkiye'nin bu
stratejik alanda birbiriyle çelişen iki farklı politika izlediğidir. Bir yanda,
özellikle Türkiye Maarif Vakfı (TMV) ve devletlerarası anlaşmalarla kurulan
üniversiteler aracılığıyla Türkçenin ve Türk kültürünün yayılması için önemli
kurumsal yatırımlar yapılmakta ve bu girişimler aktif olarak teşvik
edilmektedir. Diğer yanda ise, Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) katı ve kısıtlayıcı
denklik politikaları, bu resmi kanallar dışında gelişen organik, sivil veya
özel sektör kaynaklı Türkçe yükseköğretim girişimlerini fiilen imkansız
kılmaktadır. Bu "teşvik ve engelleme ikilemi", Türkiye'nin yurtdışı
eğitim politikasında bütüncül ve tutarlı bir vizyon eksikliğini gözler önüne
sermekte ve ülkenin uzun vadeli stratejik hedefleriyle çelişmektedir.
Bu rapor, öncelikle YÖK'ün denklik
mevzuatını ve bu mevzuatın merkezinde yer alan "öğrenim dili Türkçe olan
programlara denklik verilmemesi" kuralını derinlemesine inceleyecektir.
Ardından, bu kuralın istisnaları olan Hoca Ahmet Yesevi ve Kırgızistan-Türkiye
Manas Üniversiteleri gibi devletlerarası modellerin başarıları ve
sınırlılıkları analiz edilecektir. Raporun devamında, Batı Trakya, Bulgaristan
ve Irak gibi bölgelerdeki Türk azınlıkların anadilde yükseköğretim hakkı
mücadeleleri ve karşılaştıkları engeller vaka analizleriyle ortaya
konulacaktır. FETÖ'nün yurtdışı eğitim ağının mirası ve bu mirasa bir cevap
olarak kurulan Türkiye Maarif Vakfı'nın rolü jeopolitik bir bağlamda
değerlendirilecektir. Avrupa'daki Türk diasporasının ihtiyaç ve beklentileri
ele alındıktan sonra, Finlandiya ve Kanada gibi ülkelerdeki başarılı çok dilli
eğitim modellerinden çıkarılabilecek dersler tartışılacaktır. Son olarak, tüm
bu analizler ışığında, Türkiye'nin mevcut çelişkili politikasını aşarak
bütüncül, tutarlı ve stratejik bir yurtdışı Türkçe yükseköğretim vizyonu
oluşturabilmesi için somut politika tavsiyeleri sunulacaktır.
Bölüm 2:
YÖK'ün Denklik Politikası ve "Türkçe
Program" Engeli
Türkiye'nin yurtdışı yüksek öğretim
politikalarının merkezinde, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından yürütülen
tanıma ve denklik işlemleri yer almaktadır. Bu işlemlerin yasal çerçevesini,
4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Türkiye'nin taraf
olduğu "Avrupa Bölgesinde Yükseköğretimle İlgili Belgelerin Tanınmasına
İlişkin Sözleşme" (Lizbon Sözleşmesi) gibi uluslararası anlaşmalar
oluşturmaktadır. Bu yasal zemine dayanan "Yurtdışı Yükseköğretim
Diplomaları Tanıma ve Denklik Yönetmeliği", yurtdışından alınan ön lisans,
lisans ve yüksek lisans diplomalarının Türkiye'deki geçerliliğine ilişkin usul
ve esasları belirler.
Bu süreçte anlaşılması hayati önem taşıyan
iki temel kavram bulunmaktadır: "Kurum Tanıma" ve "Diploma
Denkliği". Kamuoyunda sıklıkla birbirine karıştırılan bu iki kavram,
hukuki ve pratik sonuçları itibarıyla birbirinden tamamen farklıdır.
· Kurum Tanıma: Bir
yurtdışı yükseköğretim kurumunun YÖK tarafından "tanınması", o
kurumun faaliyet gösterdiği ülke tarafından akademik derece vermeye yetkili,
resmi bir kurum olarak kabul edildiğinin YÖK tarafından teyit edilmesidir.
Tanıma, diplomanın denkliği için bir ön koşuldur ancak denklik anlamına gelmez.
Bir kurumun tanınıyor olması, mezunlarının denklik başvurusunda bulunma hakkına
sahip olduğunu gösterir, başvurunun olumlu sonuçlanacağını garanti etmez.
· Diploma Denkliği: Denklik,
YÖK tarafından tanınan bir yurtdışı yüksek öğretim kurumundan alınan bir
diplomanın, ilgili eğitim düzeyindeki akademik kazanımlar, program içeriği,
kredi ve süre açısından Türkiye'deki eşdeğer bir yüksek öğretim programına denk
olduğunun tespit edilmesidir. Denklik belgesi alan bir kişi, diplomasının
sağladığı tüm yasal hakları (kamuda çalışma, meslek icra etme vb.) Türkiye'de
de kullanabilir.
Bu ayrımın en somut örneklerinden biri,
Kuzey Makedonya'da faaliyet gösteren Uluslararası Vizyon Üniversitesi'dir.
Üniversite, kendi tanıtım materyallerinde ve resmi kanallarında YÖK tarafından
"tanındığını" haklı olarak belirtmektedir. Bu tanınma, üniversitenin
resmi bir kurum olarak varlığının YÖK tarafından kabul edildiği anlamına gelir.
Ancak bu durum, üniversitenin Türkçe eğitim veren Hukuk, Psikoloji veya
Mühendislik gibi bölümlerinden mezun olan bir öğrencinin diplomasının otomatik
olarak denklik alacağı anlamına gelmemektedir. Bu mezunlar, denklik için YÖK'e
başvurduklarında, diğer tüm yurtdışı mezunları gibi, "Yurtdışı
Yükseköğretim Diplomaları Tanıma ve Denklik Yönetmeliği"nin genel
hükümlerine tabi olurlar ve bu yönetmeliğin getirdiği engellerle karşılaşırlar.
Öğrenim Dili Türkçe Olan Programların
Reddi
Yurtdışında Türkçe yükseköğretimin önündeki
en büyük ve en kategorik engel, "Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Tanıma
ve Denklik Yönetmeliği"nin 7. maddesinin 5. fıkrasının (ç) bendinde yer
alan hükümdür. Bu hüküm, yurtdışında filizlenmeye çalışan neredeyse tüm sivil
ve özel Türkçe yükseköğretim girişimlerini daha en başından işlevsiz kılan bir
nitelik taşımaktadır. İlgili madde şu şekildedir:
"Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası anlaşmalarla öğrenim dilinin Türkçe olduğu belirlenen programlar
veya Yükseköğretim Kurulunca tanınan yurtdışındaki Türkçe yükseköğretim
programları dışında, yükseköğretim kurumlarının açtığı ve öğrenim dili Türkçe
olan programlardan alınan diplomalar için yapılan başvurular reddedilir."
Bu madde, son derece net bir şekilde, iki
istisna dışında yurtdışında Türkçe eğitim veren herhangi bir programdan alınan
diplomaya denklik verilmeyeceğini hükme bağlamaktadır. Bu istisnalar ise
şunlardır:
1. Türkiye'nin taraf olduğu
uluslararası anlaşmalarla kurulan programlar: Bu kategori, pratikte
yalnızca Kazakistan'daki Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi
ve Kırgızistan'daki Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi gibi doğrudan iki
devlet arasında imzalanan ve TBMM tarafından onaylanan anlaşmalarla kurulmuş
kurumları kapsamaktadır.
2. Yükseköğretim Kurulunca tanınan
yurtdışındaki Türkçe yükseköğretim programları: Bu ifade, YÖK'e takdir
yetkisi tanısa da, mevcut uygulamada bu kategoriye giren ve denklik verilen bir
kurum bulunmamaktadır. YÖK, bu yetkisini yeni kurumları kapsayacak şekilde
kullanmamaktadır.
Sonuç olarak, bu yönetmelik maddesi,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin doğrudan kurucusu veya ortağı olmadığı, yerel
mevzuata göre kurulmuş bir vakıf üniversitesinin veya özel bir eğitim kurumunun
Balkanlar'da, Avrupa'da veya dünyanın herhangi bir yerinde açacağı Türkçe bir
tıp, mühendislik veya hukuk fakültesinden mezun olan bir öğrencinin,
diplomasının kalitesi ne olursa olsun, Türkiye'de denklik alamayacağı anlamına
gelmektedir. Bu durum, Türkiye'nin yumuşak güç hedefleri ve Türkçenin bir bilim
dili olarak yayılması vizyonuyla açık bir çelişki yaratmaktadır.
Kalite Kontrolü ve Güvenlik Endişeleri
YÖK'ün yurtdışındaki Türkçe programlara
yönelik bu kategorik yasaklayıcı tutumunun ardında, iki temel gerekçe
yatmaktadır: Akademik kaliteyi koruma endişesi ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi
sonrası derinleşen ulusal güvenlik kaygıları.
Özellikle Balkan ülkelerinde, Türkiye'deki
üniversite giriş sınavı (YKS) barajını aşamayan öğrencilere yönelik, sınavsız
geçiş imkanı sunan ve eğitim kalitesi sorgulanabilir Türkçe programlar ortaya
çıkmıştır. Bu kurumların bir kısmının, yeterli akademik kadro, fiziki altyapı
ve müfredat derinliğine sahip olmadan, sadece ticari kaygılarla hareket eden
"tabela üniversiteleri" olduğu yönünde ciddi endişeler bulunmaktadır.
YÖK, bu tür programlardan mezun olan kişilerin yetersiz bir eğitimle
Türkiye'deki sisteme dahil olmasını engelleyerek, Türk yükseköğretim sisteminin
genel kalitesini ve mezunların itibarını korumayı amaçlamaktadır. YÖK'ün 2024
yılında yaptığı son yönetmelik değişikliği ile uluslararası üniversite
sıralamalarında ilk 400 veya ilk 1000'de yer alan üniversitelerden mezun
olanlara denklik sürecinde önemli kolaylıklar getirmesi, kalite odaklı bu
yaklaşımın bir yansımasıdır. Ancak, bu sıralamalarda yer almayan fakat kaliteli
eğitim veren butik veya yeni kurulmuş kurumlar bu sistemin dışında kalmaktadır.
YÖK'ün yurtdışı eğitime yönelik temkinli
ve kontrolcü yaklaşımının en belirleyici faktörü, Fethullahçı Terör Örgütü'nün
(FETÖ) yurtdışında kurduğu geniş eğitim ağıdır. Bu doğrultuda YÖK, FETÖ ile
bağlantılı olduğu tespit edilen yurtdışındaki 40'tan fazla yükseköğretim
kurumunu kara listeye almış ve bu kurumlara "tanınmama" kararı
getirmiştir. Bu kurumlardan mezun olanların denklik başvuruları, herhangi bir
bireysel değerlendirme yapılmaksızın kategorik olarak reddedilmektedir.
Bu durum, bir "politika aşırı
düzeltmesi" olarak nitelendirilebilir. Devlet, FETÖ'nün eğitim
ağının yarattığı spesifik ve meşru bir güvenlik tehdidine karşı, bu tehditle
ilgisi olmayan, Türkiye'nin çıkarlarına hizmet edebilecek potansiyel
girişimleri de kapsayacak şekilde orantısız ve genelleyici bir çözüm
geliştirmiştir.
Aynı zamanda, bu yasak bir
"bürokratik riskten kaçınma" refleksinin de ürünüdür. YÖK'ün,
dünyanın farklı yerlerinde açılan onlarca Türkçe programın kalitesini yerinde
ve sürekli olarak denetlemesi hem maliyetli hem de lojistik olarak oldukça zordur.
Her başvuruyu "münferiden" ve detaylı bir şekilde incelemek yerine,
programın dilini kategorik bir eleme kriteri olarak kullanmak, bürokratik
açıdan en kolay ve en az riskli yoldur. Ancak bu pragmatik yaklaşım, kaliteyi
dil üzerinden ölçmek gibi hatalı bir varsayıma dayanmakta ve Türkiye'nin
stratejik çıkarlarına hizmet edebilecek kaliteli girişimlerin de önünü
tıkamaktadır.
Politika
ve Rekabet Ekseninde Denklik Tartışmaları
YÖK'ün denklik politikalarının ardındaki
resmi gerekçelerin ötesinde, kamuoyunda ve denklik bekleyen mezunlar arasında,
bu katı tutumun Balkanlar'daki Türk sermayeli veya Türkiye ile yakın ilişkileri
olan üniversiteler arasındaki rekabetten ve siyasi nüfuz mücadelelerinden de
etkilendiğine dair yaygın iddialar bulunmaktadır. Bu tartışmaların merkezinde,
özellikle Kuzey Makedonya'daki iki üniversite yer almaktadır: Üsküp merkezli
Uluslararası Balkan Üniversitesi ve Gostivar merkezli Uluslararası Vizyon
Üniversitesi.
Bu iddialara göre, YÖK'ün denklik
konusundaki kısıtlayıcı tavrı, siyasi olarak daha güçlü bağlantıları olan
kurumları koruyarak, daha yerel ve sivil bir tabandan yükselen diğer
girişimlerin önünü kesme amacı taşıyabilmektedir.
Türkiye'deki denklik süreçlerinde
karşılaştığı bu engeller karşısında, Uluslararası Vizyon Üniversitesi gibi
kurumların alternatif çözüm arayışlarına yöneldiği görülmektedir. Bu çerçevede
üniversitenin, Avrupa Birliği müktesebatı içinde faaliyet gösteren ve
uluslararası geçerliliğe sahip diplomalar sunan Avusturya merkezli bir birim
kurarak, Türkiye'deki denklik sorununu aşmaya ve mezunlarına küresel bir kapı
açmaya yönelik stratejik bir adım attığı anlaşılmaktadır. Bu durum, YÖK'ün
mevcut politikasının, Türkiye'ye yönelik olması gereken bir eğitim girişimini,
Türkiye dışındaki sistemlere yönlendiren istenmeyen bir sonuç doğurduğunu
göstermektedir.
Bölüm 3:
Uluslararası Anlaşmalarla Kurulan İstisnai
Modeller
YÖK'ün yurtdışındaki Türkçe programlara
yönelik genel kısıtlayıcı politikasının iki önemli istisnası bulunmaktadır:
Kazakistan'daki Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ve
Kırgızistan'daki Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi. Bu iki kurumu
diğerlerinden ayıran temel özellik, kuruluşlarının yasal zeminidir. Her iki
üniversite de faaliyet gösterdikleri ülkelerin yerel kanunlarına göre kurulmuş
özel veya vakıf üniversiteleri değildir. Aksine, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile ev sahibi ülke hükümetleri arasında imzalanan ve her iki ülkenin
parlamentoları tarafından onaylanan uluslararası anlaşmalarla hayata
geçirilmişlerdir.
Bu güçlü yasal zemin, üniversitelere
sıradan birer yurtdışı eğitim kurumu olmanın ötesinde, iki devletin ortak
projesi olma niteliği kazandırmakta ve onlara YÖK'ün genel denklik
yönetmeliğinin kısıtlamalarından muaf, özel bir statü sağlamaktadır.
Bu üniversitelerin özel statüsü, yönetim
ve finansman yapılarında da kendini göstermektedir. Her iki kurum da
"ortak devlet üniversitesi" modeline göre, özerk bir yapıda faaliyet
göstermektedir. Üniversitelerin en üst karar organı, her iki ülke tarafından
eşit sayıda atanan üyelerden oluşan Mütevelli Heyeti'dir. Bu ortak yönetim
prensibi, Türkiye'nin bu üniversitelerin akademik kalitesi, müfredatı ve idari
işleyişi üzerinde doğrudan söz sahibi olmasını garanti altına almaktadır.
Finansmanları da benzer şekilde ortaklık
esasına dayanır. Üniversitelerin bütçeleri, Türkiye Cumhuriyeti ve ev sahibi
ülke hükümetlerinin yapacağı yardımların yanı sıra, öğrenci katkı payları ve
diğer gelirlerden oluşur. Bu yapı, üniversitelere istikrarlı bir mali kaynak
sağlarken, aynı zamanda her iki devletin de projenin sahipliğini sürdürmesini
temin eder. Akademik ve idari personel de her iki ülkeden
görevlendirilebilmekte, Türkiye'deki kamu üniversitelerinden görevlendirilen
öğretim üyeleri, ilgili mevzuat uyarınca aylıklı izinli olarak bu kurumlarda
çalışabilmektedir.
Bu devletlerarası modelin öğrenciler
açısından en somut ve en cazip sonucu, "otomatik denklik"
ayrıcalığıdır. Her iki üniversitenin de kuruluş anlaşmalarında ve tüzüklerinde,
verdikleri diplomaların statüsünü güvence altına alan açık hükümler
bulunmaktadır.
Bu durum, onları YÖK'ün denklik
yönetmeliğinin yarattığı belirsizliklerden tamamen muaf kılar ve hem Türk
dünyasından hem de Türkiye'den öğrenciler için bu kurumları son derece çekici
bir seçenek haline getirir.
Bu istisnai modeller, YÖK'ün genel yasağının
bir "kural" olduğunu teyit eden "istisnalar" olarak
görülebilir. Bu durum, Türkiye'nin ancak tam siyasi, yasal ve mali kontrol
sahibi olduğu, müfredat ve kalite standartlarını doğrudan denetleyebildiği
durumlarda yurtdışındaki Türkçe eğitime onay verdiğini göstermektedir. Bu,
devletin kontrolü dışındaki organik veya özel girişimlere karşı duyulan derin
güvensizliğin ve temel endişenin "kontrol" olduğunun en net
kanıtıdır. Ancak bu "altın standart" modelin önemli bir sınırlılığı
vardır: ölçeklenebilirlik. Bir üniversite kurmak için iki ülkenin hükümetleri
arasında anlaşma yapılması, parlamentolardan onay alınması ve ortak bütçe
oluşturulması gibi süreçler, yıllar süren karmaşık diplomatik ve bürokratik
çabalar gerektirir. Bu model, ancak Türkiye'nin çok yakın siyasi ve kültürel
ilişkilere sahip olduğu Türk Cumhuriyetleri gibi stratejik ortaklarla
uygulanabilmiştir. Bu modelin, Türk diasporasının yoğun olduğu Almanya veya
Fransa gibi siyasi dinamiklerin farklı olduğu ülkelerde uygulanması neredeyse
imkansızdır. Dolayısıyla, bu başarılı ancak niş modeller, diaspora ve
azınlıkların yoğun olduğu diğer coğrafyalardaki ihtiyaca cevap verememekte, bu
da Türkiye'nin yurtdışı Türkçe yükseköğretim stratejisinin coğrafi olarak çok
sınırlı kalmasına neden olmaktadır.
Bölüm 4:
Yükseköğretime Erişemeyen Topluluklar
Batı Trakya Türk Azınlığı'nın eğitim
hakları, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile uluslararası güvence
altına alınmıştır. Antlaşma'nın 40. ve 41. maddeleri, azınlığa kendi dillerinde
eğitim veren okullar da dahil olmak üzere her türlü okul ve benzeri eğitim
kurumunu kurma, yönetme ve denetleme konusunda eşit hak tanımakta ve bu
okullarda kendi dillerini serbestçe kullanma hakkını güvence altına almaktadır.
Ancak bu yasal güvencelere rağmen, Yunanistan hükümetleri, antlaşmanın
imzalanmasından bu yana geçen bir asırlık sürede, bu hakları sistematik olarak
aşındıran ve fiilen ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izlemiştir.
Bu politikaların en yıkıcı olanı, Türk
azınlık ilkokullarının "öğrenci azlığı" bahanesiyle sürekli olarak
kapatılmasıdır. Rakamlar, bu politikanın sistematik niteliğini açıkça ortaya
koymaktadır: 1926 yılında Batı Trakya'da 307 olan Türk azınlık ilkokulu sayısı,
1990'lı yıllardan sonra hızlanan bir erime süreciyle günümüzde 90'ın altına
düşmüştür.
Okulların kapatılmasının yanı sıra, açık
olan okulların eğitim kalitesini düşürmeye yönelik müdahaleler de devam
etmektedir. Türkçe okutulan ders sayılarının azaltılması, Türkiye'den gelen
ders kitaplarına ve öğretmenlere yönelik engellemeler ve okulların özerk
yönetim yapısı olan Encümen Heyetlerinin yetkilerinin tırpanlanması bu
müdahalelerden bazılarıdır. Sonuç olarak, anadilde eğitim hakkının en temel
basamağı olan ilköğretim seviyesinde yaşanan bu tahribat, doğal olarak Türkçe yükseköğretime
giden yolu daha en başından tıkamaktadır. Kendi dilinde temel eğitim alamayan
bir neslin, üniversite seviyesinde Türkçe eğitim talep etmesi veya bu eğitimi
alabilecek akademik yetkinliğe ulaşması beklenemez. Bu durum, azınlık
toplulukları için sorunun, üniversite seviyesinde bir seçenek olmamasından
ziyade, o seviyeye ulaşacak "eğitim boru hattının" daha en temelden,
ev sahibi devlet tarafından kasıtlı olarak imha edilmesi olduğunu
göstermektedir. Dolayısıyla, Türkiye'nin bu topluluğa yönelik eğitim
politikasının önceliği, yükseköğretimden önce diplomatik kanallarla ilk ve
ortaöğretimdeki anadilde eğitim haklarının korunması ve güçlendirilmesi
olmalıdır.
Bulgaristan ve Irak - Tarihsel Baskılar ve
Güncel Zorluklar
Batı Trakya'da yaşananlar, komşu
coğrafyalardaki diğer Türk topluluklarının yaşadığı eğitim sorunlarından izole
bir durum değildir. Bulgaristan ve Irak'taki Türk toplulukları da tarih boyunca
benzer asimilasyonist eğitim politikalarına maruz kalmışlardır.
Bulgaristan'da, özellikle 1970'lerde ve
1980'lerde komünist rejim döneminde uygulanan zorunlu asimilasyon politikaları
çerçevesinde, yüzlerce yıllık bir geçmişe sahip olan Türk okulları kapatılmış
ve Türkçe eğitim tamamen yasaklanmıştır. 1989'da rejimin yıkılmasının ardından
anadilde eğitim hakkı yasal olarak geri kazanılmış olsa da, geçen on yılların
yarattığı tahribat ve mevcut eğitim sistemindeki zorluklar devam etmektedir.
Irak'ta ise Türkmenlerin anadilde eğitim
hakkı, krallık döneminden Baas rejimine kadar uzanan süreçte sistematik olarak
gasp edilmiştir. 1930'lu yıllarda başlayan kısıtlamalar, zamanla Türkçe
eğitimin tamamen ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. 2003 sonrası dönemde
ortaya çıkan yeni siyasi ortamda, Irak Türkmenleri bu haklarını yeniden
kazanmak için büyük bir mücadele vermiş ve Türkiye'nin de desteğiyle kendi
okullarını açmaya başlamışlardır. Bu süreçte, Türkiye'den yayın yapan
televizyon kanalları ve Türkiye'deki kurumlar tarafından desteklenen özel
okullar, standart Türkçenin bölgede yeniden canlanmasında ve yaygınlaşmasında
önemli bir rol oynamıştır. Ancak bu kazanımlar hala kırılgandır ve merkezi
hükümetin politikalarına ve bölgedeki istikrarsızlığa bağlı olarak tehdit
altındadır. Her iki vaka da, Türk azınlıkların ve soydaş toplulukların
yükseköğretime erişiminin önündeki engellerin, çoğu zaman YÖK'ün denklik
politikalarından ziyade, yaşadıkları ülkelerdeki temel eğitim haklarına yönelik
baskılardan kaynaklandığını göstermektedir.
Bölüm 5:
Jeopolitik Boyut ve Eğitimde Kurumsal
Dönüşüm
20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın
başlarında, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Türkiye dışında benzeri görülmemiş
bir eğitim ağı kurmuştur. Bu ağ, sadece okullardan ibaret olmayıp,
üniversiteler, dil kursları, etüt merkezleri ve öğrenci yurtlarını da kapsayan
çok katmanlı bir yapıydı. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından
Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetleri'nde, Balkanlar'da, Afrika'da ve hatta
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da yüzlerce eğitim kurumu açılmıştır. Bu
kurumlar, genellikle "Türk Okulları" adını kullanarak Türkiye'nin ve
Türk kültürünün olumlu imajından faydalanmış, bulundukları ülkelerde yüksek
eğitim kalitesi ve bilim olimpiyatlarındaki başarılarıyla tanınmışlardır. Ancak
bu görünürdeki eğitim faaliyetlerinin ardında, örgütün uzun vadeli stratejik
hedefleri yatmaktaydı. Bu okullar, bulundukları ülkelerin siyasi, bürokratik ve
ekonomik elitlerinin çocuklarını hedef alarak, bu ülkelerde Türkiye'den
bağımsız, doğrudan örgüte sadık bir lobi ve nüfuz ağı oluşturmayı amaçlıyordu.
Bu "paralel eğitim imparatorluğu", zamanla Türkiye Cumhuriyeti'nin
resmi dış politikasından bağımsız hareket eden, hatta ona rakip olan bir güç
merkezi haline gelmiştir.






Yorumlar