Misi Akademi’de “Ekmeğin Öyküsü: Başlangıcından Günümüze Ekmeğin Mitoloji ve Arkeoloji Dünyasındaki İzleri” konulu atölye düzenlendi.
Arkeolog ve yazar İsmail Gezgin, atölyede katılımcılara ekmeğin serüvenini, arkeolojik ve mitolojik örneklerle anlattı.
Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü’nün iki haftada bir düzenlediği ve büyük ilgi gören Misi Akademi etkinlikleri kapsamında yeni dönemde yine birçok kişinin ilgisini çekecek konular ele alınıyor. Misi Akademi’de bu defa ekmeğin serüveni konu edildi. “Ekmeğin Öyküsü: Başlangıcından Günümüze Ekmeğin Mitoloji ve Arkeoloji Dünyasındaki İzleri” başlıklı atölye arkeolog ve yazar İsmail Gezgin rehberliğinde düzenlendi. Büyük ilgi gören atölye, çevrim içi olarak düzenlendi ve iki gün sürdü. Atölyeye Bursa dışından da çok sayıda katılım oldu.
Arkeolog ve yazar İsmail Gezgin atölyede, insanların zihninde ekmeğin binlerce yıl nasıl kodlandığını, hangi anlamlara geldiğini, kimler için hangi ekmeklerin üretildiğini, nasıl üretildiğini mitolojik örneklerle anlattı. Gezgin, “Üç büyük uygarlıktan söz etmek gerekir. Buğday Uygarlığı, Mısır Uygarlığı ve Pirinç Uygarlığı. Dünya nüfusuna baktığımızda da büyük oranda bu ürünler tüketiliyor. Tabii patates gibi birkaç ürün daha önemli yer tutuyor. Bu üç beş bitkinin dünya nüfusunun karnını doyurmaya yettiğini biliyoruz” dedi.
Buğdayın sadece ekmeğin hammaddesi değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız uygarlığın kurucu besini olduğunu ifade eden Gezgin, iktidar, inanç, hukuk, yerleşik yaşam, evcilleştirme, sınıflı toplum, cinsiyet rolleri ve daha birçok şeyi insanın sırtına yükleyen Buğday Uygarlığı’nı ve onun en temel besin maddesi olan ekmeğin serüvenini, arkeolojik ve mitolojik örneklerle paylaştı.
Arkeolojik olarak insanın en başından bu yana buğday yemediğini anlatan Gezgin şöyle devam etti: “İnsanla buğdayın karşılaşması için her ikisinin de kendini geliştirmesi gerekmiş.
Antik çağdan itibaren aslında GDO’nun var olduğunu biliyoruz. Bugün yediğimiz buğday asla avcı toplayıcıların tarım öncesinde yedikleri buğday değildir. Ya da ilk tarımcıların ektiği buğday değildir. O buğdayla bugünkü buğdayın içeriğini karşılaştırdığımız zaman inanılmaz farklar var. Zaten buğday kimyasal işlemden geçirilip yenebilecek bir madde. Orijinal buğdayda protein miktarı yüzde 26. Bugün yediğimiz en iyi buğdayın protein miktarı yüzde 13-14. İnsanın buğdayla beslenme çabasının altında en büyük rasyonel gerekçe bu protein oranı. Her şeyin genetiği değişiyor. Çünkü kendi kendine doğada üreyen buğday, birden insanların ürettiği bir şeye dönüşünce onun da öncelikleri değişiyor ve toprağa düşme derdinden kurtuluyor. İnsan her zaman tarımsal üretim sürecinde niceliği, niteliğe tercih etmiş. Yani çok vereni, daha fazla besleyici olana tercih etmiş. Bugün de köylü öyle daha fazla ürün elde etme peşinde. Dolayısıyla inanılmaz bir değişim dönüşüm var.”
Atölyede, Göbeklitepe, tarım gibi konuların yanı sıra, farklı kültürlerde ekmek yapımı, çeşitleri, ideolojik ve sınıfsal rollerini ele alan Gezgin, çiftçinin tarlasından kraliyet sofralarına ekmeğin serüvenini ilgi çeken örneklerle anlattı. Eskiden ekmek yapımında neler kullanıldığını nasıl yapıldığını anlatan Gezgin, katılımcıların sorularını da yanıtladı.