Okulların açıldığı ilk gün itibariyle öğretmenler, öğrenciler ve velilerden okullarda yaşanan sorunlar ile ilgili bilgileri almaya başladık. Okullarda yaşanan sorunlar, aradan geçen iki haftada artarak devam etti.
Yeni varyantları ile etkisini gittikçe artıran Covid-19 salgını nedeniyle, ailelerin sağlıklı bir eğitim öğretim yılına dair endişeleri sürerken, sınıf mevcutları eğitim paydaşlarında tedirginlik yaratıyor, ülke genelinde kimi okulda ise ikili eğitim yapılıyor.
Özellikle birçok ilkokulda bu dönem 1. Sınıf mevcutlarının bir önceki senelere göre ortalama yüzde 20-25 oranda arttığı görülüyor. Birçok okulda 2., 3. ve 4. Sınıflarda mevcut ortalama 25-30 kişi arasında iken birinci sınıf mevcutları 35-45 arasında değişiyor.
Pandemi öncesinde bile okullarda derslik eksiği nedeniyle sınıf kapasitesinin üstünde bir öğrenci sayısı ile eğitim verilirken, sosyal mesafenin sağlanması gereken salgın şartlarında öğrencilerin güvenle eğitim görmesi ve okulların salgının yeni yayılım merkezi olmaması için Türkiye genelinde en az 43 bin 627 dersliğe ihtiyaç var.
Bu gerçeği 546 gün önce, 23 Mart 2020’de okullar uzaktan eğitime geçtiği gün söylesek de, aradan geçen neredeyse bir buçuk yıllık süreçte bu yönde bir girişimde bulunulmadı.
Okullarda “iki okul üst üste” eğitim başladı!
İhtiyaç duyulan ek dersliklerin yapılması bir yana, okullarda onarım ve deprem güçlendirme çalışmaları için uzaktan eğitimle geçen 18 ayda bir adım atılmayarak, ülke genelinde yüzlerce okul, yüz yüze eğitimin başladığı günlerde tamirata alındı ve okullarda “iki okul üst üste” eğitim başladı.
Yani, sınıflarda ve okulda sosyal mesafe sağlamanın hayati önem arz ettiği günlerde tadilata alınan okullar nedeniyle sınıflar birleştiriliyor. Öğretmen ve öğrenciler, fiziki kapasitenin yetersiz olduğu okullarda ve sayıca kalabalık sınıflarda sosyal mesafeyi sağlamakta güçlük yaşandığını ve okullarda neredeyse her gün bir pozitif vaka yaşandığını dile getiriyor.
Okulların kapalı olduğu bir buçuk yıllık süre içerisinde MEB’in ihtiyaçları gidermemesi nedeniyle oluşan bu durum, yüz yüze eğitime dair tedirginliklerin artmasına neden oluyor.
Okullar açılalı iki hafta oldu, gelinen noktada vaka tespit edilen okul sayısının 872, kapanan sınıf sayısının 774 olduğu belirtiliyor.
Yalnızca Bursa’da birkaç yıl arayla iki parti halinde yıkılan toplam okul sayısı 37. Bu okulların yeniden eğitime açılmadığı biliniyor. Yeni dönemde ise, Bursa’da 15 okul ikili eğitime geçti, 11 bin öğrenci başka bir okula transfer edildi, “misafir öğrencilikten” toplam etkilenen öğrenci sayısı 29 bin oldu. Tablo Türkiye’nin dört bir yanında böyle.
Defalarca “Bize yer gösterin, CHP’li Belediyelerimizin de desteği ile derslik ihtiyacını karşılayalım, okul yapalım, sorunları çözelim dedik; ancak “CHP yapmasın da varsın derslik olmasın” zihniyeti ile karşılaştık! Çocukların üstün yararını değil, siyasi çıkarlarını düşünen bu zihniyetin bedelini bugün milyonlarca çocuğumuz ödüyor.
MEB 107 bin öğretmen ataması yaparak öğrencilerin mağduriyetini acilen gidermelidir!
Bu süreçte ihtiyaç duyulan öğretmen ataması da yapılmadı. 700 binden fazla öğretmen atama beklerken sadece 20 bin atama yapıldı. Buradan çağrımızı tekrarlıyorum: MEB bir defaya mahsus 107 bin öğretmen ataması yaparak öğrencilerin mağduriyetini acilen gidermelidir!
Bu arada, öğrencilerimizin öğrenme kayıplarının ne şekilde ve nasıl telafi edileceğine dair MEB yol haritasını hala paylaşmadı. Kayıp zaman ve bilginin telafi edilmesi ihtiyacı net! Bakanlığın detaylandırılmış bir genelge yayınlayarak eğitim kayıplarını öğrenci, sınıf ve okul bazlı tespit etmesi acilen gerekiyor. Üç öğrenciden birinin eğitim imkanlarına erişemediği bu dönemde hiçbir kayıp olmamış, her okul, her sınıf, her öğrenci aynı sevideymiş gibi yapmak, bir neslin kaybına neden olacaktır.
Üniversite öğrencilerinin sadece yüzde 18,5’ine barınma imkanı sağlanıyor!
Diğer taraftan, bugün milyonlarca üniversite öğrencisi yurt sorunu yaşıyor. Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı 773 yurtta, üniversite öğrencilerinin sadece yüzde 18,5’ine barınma imkanı sağlanıyor.
Yurt sorununun yanı sıra, yüksek öğretimde burs son derece önemli bir ihtiyaç; ancak ekonomik krizden etkilenen ailelerin ve öğrencilerin burs ihtiyacı için 2021 yılı bütçesinde bir iyileştirmenin yansımadığını gördük.
KYK burslarında 2016’da yüzde 21’lik bir artış yapılsa da, sonraki artışların son derece yetersiz olması ile verilen burslar her yıl daha fazla enflasyona yenik düştü. Ailesinin binbir zorlukla okuttuğu gençlerin aldıkları burs ise, “Elinize, dilinize dursun” denilerek bir lütuf olarak görülüyor. Eğitimdeki sorunlar bu zihniyet ile çözülmez. Türkiye’nin geleceği eğitimdedir. Ve geleceğimiz için, bilgili, sorgulayan, araştıran öğrenciler yetişecek bir eğitim sistemine acilen ihtiyaç vardır.
Fakülte ve bölümler, kesinlikle meslek envanteri yaparak, var olan ihtiyaca göre açılmalı ve kontenjan verilmelidir!
Yükseköğretimde bir diğer önemli konu da üniversite kontenjanları. Bu yıl 250 bin kontenjanın boş kaldığı bilgisi kamuoyuna yansıdı. En çok tercih edilen fakültelerdeki boş kontenjalar incelendiğinde ise, 11.872 Mühendislik, 4.414 Mimarlık, 268 Diş Hekimliği, 341 Tıp Fakültesi, 713 Hukuk, 32 Eczacılık, 1.595 Öğretmenlik, 319 Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık olmak üzere toplam 19.973 boş kontenjan olduğu görülüyor.
2006 yılından sonra “her ile bir üniversite” hedefiyle kurulan üniversitelerin sayıları hızla artıyor. “Bir dekan bir mekan” anlayışıyla, her yere üniversite olsun mantığıyla açılan üniversitelerde bölüm ve verilen kontenjanın ise bir meslek envanteri yapılmadan, ihtiyaca göre kontenjan belirlemesi yöntemi kullanılmadan gerçekleştirilmesinden dolayı, çok sayıda mezun iş bulamıyor. Bu durum ayrıca, piyasanın ihtiyacı olan meslek ve donatıda eleman yetiştirilememesine ve biriken mezunların kendi meslekleri dışında farklı işlerle geçimini sağlamak zorunda kalmasına, son yıllarda ise artan genç işsizliği sebebiyle ‘ev genci’ kavramının ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor. Bu nedenle fakülte ve bölümler, kesinlikle meslek envanteri yaparak, var olan ihtiyaca göre açılmalı ve kontenjan verilmelidir.
2006 yılından itibaren üniversitelerin sayısı artmasına rağmen bilimsel çalışmalarda istenilen seviyeye ulaşılamadı. Üniversitelerin performanslarını arttırabilmeleri, her şeyden önce bilimsel, yönetsel ve mali özerklik ile ilgili olup, ayrılan bütçe, liyakatle belirlenen atamalar, seçilmiş rektör ve yeterli sayıda kadro ve araştırmacı ile mümkün olacaktır.
İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemizde de ifade ettiğimiz gibi, üniversitelerimiz, her türlü düşüncenin özgürce tartışılabildiği, her türlü bilimsel çalışmanın özgürce yapılabileceği ortamlar olmalıdır. Çünkü biliyoruz ki, üniversitelerin bilimsel, yönetsel ve mali özerkliği çok önemlidir. Bilim üretemeyen üniversiteleri olan ülkeler dışa bağlılığa mahkumdur.