DOLAR 42,4433 EURO 49,3649 STERLİN 56,4180 GRAM ALTIN 5.663,63 BIST 100 10.914,65 BITCOIN $90.956
Facebook TwitterX Instagram YouTube

Arama Haber Code Logo Arama

HABERLER

"Adalet mülkün temelidir ve o temel, rüşvetin pasıyla çürütülemez"

Giriş: 26.10.2025 22:28
Paylaş
"Adalet mülkün temelidir ve o temel, rüşvetin pasıyla çürütülemez"

Türk Dünyası Yörük Türkmen Birliği Genel Sekreteri Cemal Akkuş, Türkiye’de devlet yönetimindeki yozlaşma, liyakat erozyonu ve bürokratik hantallığın toplumsal düzen üzerindeki etkilerini ele aldığı köşe yazısında, Osmanlı’dan günümüze uzanan idare geleneğinin dönüşümünü, günümüz kamu yönetiminde etik değerlerin nasıl aşındığını ve çözüm için milli kültürle yoğrulmuş bir yönetim anlayışının gerekliliğini vurguladı.

Cemal Akkuş’un yazısı şu şekilde;

TÜRKİYE VE DÜNYADA YARGI YOLSUZLUĞUNUN ANATOMİSİ

Bu raporun temel amacı, yargı sistemindeki rüşvet olgusunu tarihsel, teolojik, karşılaştırmalı ve güncel boyutlarıyla ele alarak kapsamlı bir analiz sunmaktır. Rüşvet, yalnızca bir suç değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, toplumsal adaleti ve devlete olan güveni temelden sarsan bir yozlaşma biçimidir. Adaletin tecelligahı olması gereken mahkemelerin, kişisel menfaatler uğruna alınıp satılabilir bir metaya dönüşmesi, bir hukuk devletinin en temel dayanaklarını dinamitler. Bu çalışma, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tarihsel kökenlerden günümüz Türkiye'sindeki somut vakalara, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki "Operation Greylord" ve "Kids for Cash" gibi küresel çapta yankı uyandıran skandallardan yerel yansımalara uzanan geniş bir yelpazede konuyu derinlemesine incelemektedir. Analiz, akademik literatür, tarihsel belgeler, mahkeme kararları, medya raporları ve reform belgelerinden oluşan zengin bir veri setine dayanmaktadır. Amaç, rüşvetin sadece semptomlarını değil, aynı zamanda kök nedenlerini, işleyiş mekanizmalarını ve adaletin yeniden tesisi için olası çözüm yollarını bütüncül bir bakış açısıyla ortaya koymaktır.

Bölüm 1: Tarihin ve İnancın Aynasında Yargı ve Rüşvet 1.1. Selçuklu ve Osmanlı Mirası: Rüşvetle Satılan Kadılıklar Yargıdaki yolsuzluk, modern döneme özgü bir sorun olmayıp, kökleri derin tarihsel süreçlere dayanan bir olgudur. Türk-İslam devlet geleneğinde rüşvetin, özellikle devletin ekonomik ve siyasi olarak zayıfladığı, merkezi otoritenin sarsıldığı dönemlerde artış göstermesi, tarihsel bir döngüye işaret etmektedir. Bu durum, rüşvetin sadece bireysel ahlaksızlık sorunu olmadığını, aynı zamanda bir sistemik kriz belirtisi olduğunu göstermektedir. Selçuklu Devleti'nde rüşvetin devlet kademelerinde varlığına dair çarpıcı örnekler mevcuttur. Vezir Amîd el-Mülk'ün, Sultan Alp Arslan'ın tahta geçişi sonrası kendini affettirmek adına defalarca rüşvet göndermesi ve hatta canını kurtarmak için kendisini öldürmeye gelen gulama dahi rüşvet teklif etmesi, yolsuzluğun ne denli köklü ve hayat memat meselesi haline gelebildiğini göstermektedir. Benzer şekilde, askeri bir görev olan ârız el-ceyş makamının dahi vezirin kardeşi tarafından hazineye iki bin dinar rüşvet verilerek elde edilmesi, yozlaşmanın sadece adli değil, idari ve askeri alanlara da sirayet ettiğini kanıtlamaktadır. Osmanlı Devleti'ne rüşvetin Selçuklulardan miras kaldığı kabul edilmektedir. Sorunun devletin kuruluş döneminden itibaren var olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Neşri Tarihi'nde, Orhan Bey zamanında Bursa kadısı olan Çandarlı Kara Halil Paşa'nın, ilk düzenli ordu olan yaya sınıfı kurulurken askere alımlarda rüşvet aldığı iddia edilir. Yıldırım Bayezid döneminde ise maaşlarının azlığı nedeniyle rüşvete ve irtikâba bulaşan kadıların, padişahın emriyle Yenişehir'de bir eve kapatılarak yakılmak istenmesi, ancak bu emrin Veziriazam Ali Paşa'nın araya girerek kadıların maaşlarının artırılması vaadiyle geri çektirilmesi, rüşvetin ekonomik temelleri ile devletin buna karşı sert tepkisi arasındaki gerilimi gösteren kritik bir olaydır. Bu tarihsel model, günümüzdeki ekonomik krizlerin ve kamu görevlilerinin mali durumlarındaki bozulmaların, yargıdaki yolsuzluk riskini artırabileceğine dair güçlü bir uyarı niteliğindedir. Özellikle 16. yüzyıldan itibaren devlet ekonomisinin bozulmaya başlamasıyla birlikte rüşvet, adeta bir "hastalık" gibi yaygınlaşmıştır. 17. yüzyılın önemli devlet adamı ve mütefekkiri Koçi Bey, bu yozlaşmayı en sert dille eleştirenlerden biridir. Koçi Bey, kadılık makamının rüşvetle satılmasını "dinin satılması" ile eşdeğer görmüş ve eserinde aktardığı bir kıssada, Kâbe'nin duvarlarının yıkılmasının sebebinin, Allah'ın emaneti olan kadılık makamının rüşvetle satılması olduğunu belirtmiştir. Bu yaklaşım, rüşvetin sadece idari bir suç değil, aynı zamanda kutsal bir emanete ihanet olarak algılandığını gösterir. Rüstem Paşa döneminde rüşvetin devletin tüm kurumlarına yayıldığı ve III. Murat devrinde padişaha kadar ulaştığına dair rivayetler, yozlaşmanın ulaştığı boyutu gözler önüne sermektedir. Devlet, bu çürümeye karşı zaman zaman sert önlemler almıştır. Rüşvet aldığı gerekçesiyle vezirlerin ve Darüssaade ağasının idam edilmesi veya sahte ferman düzenleyip rüşvet alan kadıların ve ulema sınıfından kişilerin Limni gibi uzak adalara sürgün edilmesi, devletin bu kangrenleşmiş soruna karşı başvurduğu yaptırımlardandır. 1.2. İslam Hukukunun Net Tavrı: Rüşvetin Haram Kılınması İslam hukuku, adaleti ilahi bir sıfat ve yargı görevini kutsal bir emanet olarak gördüğünden, rüşvete karşı son derece net ve sert bir tavır almıştır. Türkiye gibi tarihi ve kültürel kodları bu temel üzerine kurulu bir toplumda, bir hakimin rüşvet alması sadece kanunun ihlali değil, aynı zamanda derin bir toplumsal ve manevi güven krizine yol açmaktadır. Bu durum, kamuoyunun bu tür skandallara neden bu kadar yoğun tepki verdiğini ve adalete olan inancın neden bu kadar kırılgan olduğunu açıklar. Rüşvet kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de lafzen geçmese de, onu da kapsayan yasaklar çerçevesinde ele alınmıştır. Bakara Suresi'nin 188. ayetindeki, "Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemek için onun bir parçasını yetkililere (hükkâm/hâkimlere) aktarmayın" meâlindeki ifade, rüşvetin kesin olarak haram kılındığının en temel delilidir. Ayetin özellikle adli rüşveti hedef alması, konunun İslam hukukundaki merkezî önemini göstermektedir. Ayrıca, haram kazanç anlamına gelen "suht" kelimesinin de rüşvetle ilişkilendirilmesi ve Hz. Peygamber'in bir soru üzerine bunu "hükümde rüşvet" olarak açıklaması, yasağın kapsamını pekiştirir. Hz. Peygamber'in hadislerinde de rüşvet şiddetle lanetlenmiştir. "Allah'ın lâneti, rüşvet verenin ve rüşvet alanın üzerinedir" ve "Resûlullah (s.a.v.) rüşvet verene de alana da lanet etti" şeklindeki rivayetler, bu fiilin ne denli büyük bir günah sayıldığını ortaya koymaktadır. Bazı rivayetlerde bu işe aracılık edenin de aynı lanete dahil olduğu belirtilmiştir. "Rüşvet alan da veren de cehennemdedir" ifadesi ise fiilin uhrevi cezasının ağırlığını vurgular. İslam hukukunun konuya yaklaşımındaki hassasiyet, hediye adı altında verilen menfaatleri dahi kapsamasıyla belirginleşir. Bir kamu görevlisine, sırf makamı ve görevi sebebiyle verilen hediyeler rüşvet kapsamında değerlendirilmiş ve "devlet malına hıyanet" (gulûl) olarak nitelendirilmiştir. Fıkhi açıdan, rüşvetin haram olduğu konusunda İslam alimleri arasında görüş birliği (icma) bulunmaktadır. Bölüm 2: Küresel Yargı Skandalları: İbretlik Vakalar Yargıdaki yolsuzluk, küresel bir sorundur ve bazı skandallar, adalet sistemlerinin nasıl yozlaşabileceğini ve bu yozlaşmanın toplumsal sonuçlarının ne denli yıkıcı olabileceğini gösteren ibretlik vakalar olarak tarihe geçmiştir. Bu vakalar, aynı zamanda yolsuzluğun farklı tipolojilerini ve mücadele yöntemlerini anlamak için önemli birer laboratuvar niteliğindedir. 2.1. Operation Greylord: Bir Adalet Sisteminin Çöküşü ve Yeniden Doğuşu 1980'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin Chicago kentindeki Cook County adliye sisteminde yaşananlar, yargı yolsuzluğunun en sistematik ve yaygın örneklerinden birini teşkil eder. FBI tarafından yürütülen ve adını İngiliz hâkimlerin taktığı peruklardan alan "Operation Greylord", bir adalet sisteminin nasıl çürüyebileceğini ve ancak radikal bir müdahaleyle temizlenebileceğini ortaya koymuştur. Yolsuzluk, büyük ve karmaşık davalardan ziyade, sistemin günlük işleyişini "yağlamak" için verilen küçük, yaygın ve neredeyse rutinleşmiş rüşvetler üzerine kuruluydu. Avukatlar, trafik cezalarını sildirmek, dava dosyalarını öne almak veya kasıtlı olarak geciktirmek gibi işlemler için rüşvet veriyorlardı. Bu sistemde, hâkimin kâtibi veya mübaşiri "çantacı" olarak görev yapıyor, rüşveti toplayıp hâkime iletiyordu. Rüşvet vermeyen avukatların davaları ise sürüncemede bırakılarak cezalandırılıyordu. Bu küçük rüşvetler ağı, zamanla daha büyük suçlara da zemin hazırlamış, cinayet davalarında beraat kararı için 10.000 dolar gibi meblağların telaffuz edildiği bir rüşvet pazarı oluşmuştu. Operasyon neticesinde 17'si hâkim, 48'i avukat olmak üzere toplam 92 kamu görevlisi hakkında dava açıldı ve neredeyse tamamı mahkûm edildi. Mahkûm olan hâkimlerden bazıları hapishanede hayatını kaybederken, hakkında soruşturma yürütülen bir hâkim ise intihar etti. Bu büyük skandal, sadece faillerin cezalandırılmasıyla kalmadı; Cook County adalet sisteminde köklü reformların yapılmasına yol açtı ve liyakatle hâkim seçimi gibi konuların tartışılmasını sağladı. 2.2. "Kids for Cash" Skandalı: Çocukların Bedeli Pennsylvania eyaletinin Luzerne County bölgesinde 2008 yılında ortaya çıkan "Kids for Cash" (Nakit Karşılığı Çocuklar) skandalı, yargı yolsuzluğunun en acımasız ve vicdansız yüzünü sergilemektedir. Bu olay, iki hâkimin kişisel maddi çıkarları uğruna binlerce çocuğun hayatını kararttığı, adaletin doğrudan bir meta haline getirildiği bir "vurguncu" yolsuzluk örneğidir. Skandalın merkezinde, bölge hâkimleri Mark Ciavarella ve Michael Conahan bulunuyordu. İki hâkim, özel bir şirkete ait iki çocuk ıslahevinin doluluk oranını yüksek tutma karşılığında, tesislerin sahibi ve müteahhidinden yaklaşık 2.8 milyon dolar rüşvet almakla suçlandı. Planın işlemesi için hâkimler, önce ilçedeki kamuya ait ıslahevini kapattırmış, ardından Ciavarella, baktığı çocuk mahkemesinde "sıfır tolerans" adını verdiği acımasız bir politika uygulamaya başlamıştır. Bu politika çerçevesinde, sosyal medya sitesi Myspace'te okul müdür yardımcısıyla dalga geçmek, boş bir binaya izinsiz girmek veya bir mağazada satılan DVD'lerin çalınması sırasında gözcülük yapmak gibi son derece küçük suçlar işleyen binlerce çocuk, bu özel ıslahevine gönderilmiştir. Dahası, her iki skandalda da yolsuzluk sadece birkaç "çürük elma" tarafından işlenmemiştir. Geniş bir avukat, savcı ve adliye personeli ağı, durumu bilmesine rağmen sessiz kalarak veya küçük çıkarlar karşılığında suça ortak olarak yolsuzluğun yıllarca devam etmesine imkan tanımıştır. Bu durum, "sessizlik komplosu" olarak adlandırılmaktadır. Bu, yolsuzluğun bireysel bir ahlaki zaaftan çıkıp, kurumsal bir kültüre dönüştüğünü göstermektedir. Dolayısıyla, yargıdaki yolsuzlukla mücadele, sadece rüşvet alan hâkimleri hedef almamalı, aynı zamanda bu yolsuzluğa imkan tanıyan "sessizlik komplosunu" kıracak mekanizmalar geliştirmelidir. Bölüm 3: Günümüz Türkiye'sinde Yargıdaki Rüşvet Olgusu Türkiye'de yargı, zaman zaman kamuoyunun gündemine oturan rüşvet iddiaları ve skandallarla sarsılmaktadır. Bu iddialar, münferit olaylardan sistemik sorunlara işaret eden daha karmaşık ağlara kadar geniş bir yelpazede yer almakta ve toplumun adalete olan güvenini derinden zedelemektedir. 3.1. Mahkumiyetle Sonuçlanan Davalar: Buzdağının Görünen Yüzü Türkiye'de rüşvet suçundan mahkûmiyet almış hâkim ve savcılara ilişkin davalar, yolsuzluğun adli makamlarca tespit edilip cezalandırılabildiğini göstermesi açısından önemlidir. Yargıtay'ın, tutuklu şüphelilerin tahliyesi karşılığında 60 bin TL para isteyen Adana Cumhuriyet Savcısı H.O. hakkında verilen 2 yıl 1 aylık hapis cezasını onaması, bu tür suçların en üst yargı merciinde dahi karşılık bulduğunu gösteren somut bir örnektir. Bu tür davalar, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 252. maddesi çerçevesinde yürütülmektedir. Bu madde, rüşvet suçunu 4 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası ile tanımlamakta ve suçun failinin hâkim veya savcı gibi bir yargı görevi yapan kişi olması durumunda, verilecek cezanın üçte birden yarısına kadar artırılmasını öngören nitelikli bir hal düzenlemektedir (TCK m. 252/7). Bu kesinleşmiş kararlar, sistemin kendi içindeki çürümeyi tespit etme ve cezalandırma kapasitesini göstermekle birlikte, genellikle kamuoyuna yansıyan iddiaların yalnızca küçük bir kısmını oluşturmaktadır. 3.2. Soruşturma Altındaki İddialar ve Kamuoyuna Yansıyanlar Son yıllarda kamuoyuna yansıyan ve soruşturma aşamasında olan birçok iddia, yargıdaki rüşvet olgusunun ciddiyetini ve çeşitliliğini ortaya koymaktadır. Adana Adliyesi'nde görevli Hakime Gül Altınok'un, sevgilisinin hapis cezasını engellemek amacıyla Osmaniye'de görevli bir savcıya 500 bin TL rüşvet verdiği iddiası, skandalın en çarpıcı örneklerinden biridir. Olay, adli emanetten alınan uyuşturucularla makam odasında parti yapıldığına dair iddialarla daha da karmaşık bir hal almıştır. "Uyuşturucu kullanımını özendirme" suçlamasıyla tutuklanan rapçi Lvbel C5'in (Süleyman Burak Bodur) tahliyesi için ailesinden 500 bin dolar rüşvet istenmesi, rüşvet çarkının işleyişini gözler önüne sermiştir. İddiaya göre, kararı veren hâkim O.Y., aileyi avukat E.A.'ya yönlendirmiş, pazarlıklar sonucu 100 bin dolara anlaşıldıktan sonra ailenin Adalet Bakanlığı'na başvurmasıyla bir suçüstü operasyonu düzenlenmiştir. Avukat E.A., seri numaraları alınmış 50 bin doları alırken yakalanarak tutuklanmış, Hâkim O.Y. ise Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından görevden uzaklaştırılmıştır. Hatay'da bir savcının, aynı adliyede görevli bir hâkimin kendisine rüşvet teklif ettiğini ses kaydıyla birlikte şikâyet etmesi; Erzurum'da büyük bir uyuşturucu operasyonu sonrası soruşturmayı yürüten savcıya, başka bir savcı tarafından rüşvet teklif edildiği iddiası üzerine HSK'nın soruşturma başlatması ve İstanbul Çağlayan Adliyesi'nin bir "rüşvet merkezi" olduğuna dair iddiaların, bizzat adliyede görevli bir savcı tarafından HSK'ya dilekçeyle bildirilmesi, sorunun münferit olaylardan ziyade sistemik bir yaygınlık gösterebildiğine dair endişeleri artırmaktadır. 3.3. Tartışmalı Kararlar ve Servet Artışları: Şüphenin Gölgesi Doğrudan bir rüşvet kanıtı veya suçüstü hali olmasa da, bazı yargı kararları ve yargı mensuplarının mal varlıklarındaki artışlar kamuoyunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır. 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, kamu görevlilerinin gelirleriyle uyumlu olmayan servet artışlarını "haksız mal edinme" olarak tanımlamakta ve bu durumu cezai yaptırıma bağlamaktadır. Ancak bu denetimin ne kadar etkin yapıldığı bir tartışma konusudur. Yüksek profilli davalarda rüşvet iddialarının ortaya atılması, adalete olan güveni sarsan bir diğer önemli faktördür. Örneğin, 15 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi'nin öldürülmesiyle ilgili davada, maktulün ailesinin avukatı olan Rezan Epözdemir'in bir başka dosyadan "rüşvete aracılık etmek" suçlamasıyla tutuklanması, davanın seyrini ve kamuoyu algısını doğrudan etkilemiştir. Bu tür olaylar, en hassas ceza davalarının dahi rüşvet şüphesinin gölgesinde kalabileceğini göstermektedir. 3.4. Suç Alanlarına Göre Yoğunlaşma: Narkotik, İmar ve Organize Suç Üçgeni Mevcut veriler ve kamuoyuna yansıyan vakalar, yargıdaki rüşvet iddialarının belirli suç alanlarında kümelendiğini göstermektedir. Bu durum, rüşvetin rastgele ortaya çıkmadığını, belirli bir "suç ekolojisi" içinde geliştiğini ortaya koymaktadır. Yüksek rant, yüksek risk ve düşük şeffaflık içeren alanlar, rüşvet için verimli bir zemin oluşturmaktadır. Adana ve Erzurum'daki rüşvet iddialarının doğrudan uyuşturucu dosyalarıyla ilgili olması, bu alanın ne kadar riskli olduğunu göstermektedir. Uyuşturucu ticareti, milyarlarca liralık yasa dışı gelirin döndüğü ve sanıkların çok ağır hapis cezalarıyla karşı karşıya kaldığı bir alandır. Bu durum, hem sanıkların cezadan kurtulmak için yüksek meblağlarda rüşvet teklif etme potansiyelini hem de kamu görevlilerinin bu büyük paralara tamah etme riskini artırmaktadır. Özellikle büyükşehirlerdeki imar planı değişiklikleri ve milyarlarca liralık kamu ihaleleri, en büyük rantların oluştuğu alanlardır. Bodrum'da imar usulsüzlükleri üzerine kurulu bir rüşvet çarkının operasyonla ortaya çıkarılması ve rüşvet suçlamasıyla yargılanıp beraat eden bir müteahhidin, sonrasında tekrar yüz milyonlarca liralık kamu ihaleleri alması, bu alandaki yolsuzluk riskinin ne kadar sistematik olabildiğini göstermektedir. Organize suç örgütleri, varlıklarını sürdürebilmek ve yasa dışı faaliyetlerini devam ettirebilmek için devletin adalet mekanizmasını etkisiz hale getirmeye çalışır. Tehdit, şantaj ve rüşvet, bu örgütlerin bürokrasi ve yargı içinde kendilerine alan açmak için kullandıkları temel yöntemlerdir. Yargıdaki bir yolsuzluk, bu örgütlerin üyelerinin cezasız kalmasına, soruşturmaların kapatılmasına ve nihayetinde devlet otoritesinin zayıflamasına yol açar. Bölüm 4: Rüşvet Çarkının Dinamikleri ve Nedenleri Yargıdaki rüşvet olgusunu anlamak, sadece bireysel ahlaki zaaflara odaklanmak yerine, yolsuzluğa zemin hazırlayan sistematik dinamikleri ve yapısal nedenleri analiz etmeyi gerektirir. Ekonomik baskılar, siyasi kutuplaşma, liyakat ve denetim sistemlerindeki zafiyetler, rüşvet çarkının dönmesini sağlayan temel unsurlardır. 4.1. Ekonomik Krizler ve Siyasi Kutuplaşmanın Etkisi Tarihsel analizde de görüldüğü üzere, ekonomik istikrarsızlık ve kamu görevlilerinin geçim sıkıntısı, yolsuzluğa yönelimi artıran en temel faktörlerden biridir. Yüksek enflasyon, düşen alım gücü ve artan yaşam maliyeti, dürüst yargı mensupları üzerinde dahi bir baskı unsuru oluşturabilirken, yolsuzluğa meyilli olanlar için bir bahane teşkil etmektedir. Bununla birlikte, siyasi kutuplaşma ve hukukun üstünlüğü ilkesinin erozyona uğraması, yolsuzluk için daha da elverişli bir ortam yaratır. Yargı bağımsızlığına yönelik endişeler ve yürütmenin yargı üzerindeki etkisine dair tartışmalar, denetim mekanizmalarının etkinliğini zayıflatabilir. Belirli siyasi veya ekonomik güç odaklarına yakınlık, bazı yargı mensupları için bir tür "koruma kalkanı" algısı yaratabilir ve bu da onları rüşvet gibi yasa dışı eylemlere karşı daha cüretkâr hale getirebilir. Organize suç örgütlerinin, siyasetçiler ve bürokratlarla kurdukları kirli ilişkiler ağı aracılığıyla yargıda da destek bulmaya çalışmaları, bu durumun en tehlikeli tezahürüdür. Adalet sistemine güvenin zayıfladığı bir ortamda, yasa dışı örgütlenmelerin bu boşluğu doldurma ve kendi "adaletlerini" sağlama çabaları yaygınlaşabilir. 4.2. Liyakat ve Denetim Zafiyeti: Sistemsel Boşluklar Yargıdaki yolsuzlukla mücadelenin en kritik unsurları, etkin denetim mekanizmaları ve liyakate dayalı bir personel rejimidir. Bu alanlardaki zafiyetler, rüşvet çarkının işlemesi için gerekli sistemsel boşlukları yaratır. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Türkiye'de yargı mensuplarının atama, nakil, terfi, denetim ve disiplin süreçlerinden sorumlu en üst organdır. Kurulun rüşvet iddiaları sonrası soruşturma başlatması ve disiplin cezaları vererek bazı hâkim ve savcıları meslekten ihraç etmesi, denetim işlevini yerine getirdiğini gösteren adımlardır. Özellikle FETÖ ile irtibatlı olduğu tespit edilen binlerce hâkim ve savcının meslekten ihraç edilmesi, HSK'nın sistem üzerindeki muazzam gücünü ortaya koymuştur. Ancak, HSK'nın yapısı, Adalet Bakanı'nın Kurul Başkanı olması ve kararlarının meslekten çıkarma hariç yargı denetimine kapalı olması gibi nedenlerle bağımsızlığı ve tarafsızlığı sürekli bir tartışma konusudur. Bu durum, Kurulun yolsuzlukla mücadeledeki etkinliğinin ve kararlarının kamuoyu nezdindeki meşruiyetinin sorgulanmasına neden olmaktadır. 3628 sayılı Kanun, kamu görevlilerinin periyodik olarak mal bildiriminde bulunmasını zorunlu kılsa da, bu bildirimlerin ne kadar titizlikle incelendiği ve haksız zenginleşmenin ne ölçüde tespit edilebildiği belirsizdir. Denetimin etkin olmaması, yolsuzluk yoluyla elde edilen servetin gizlenmesini kolaylaştırmaktadır. Yargı sistemine giriş ve meslek içinde yükselme süreçlerinde liyakat ilkesinin zayıflaması, etik değerleri ve mesleki yetkinliği sorgulanabilir kişilerin sisteme dahil olmasına yol açabilir. Bu durum, sadece yolsuzluk riskini artırmakla kalmaz, aynı zamanda dürüst ve yetkin yargı mensupları üzerinde de bir baskı oluşturarak onları pasifize edebilir ve "sessizlik komplosunu" besleyebilir. 4.3. FETÖ Soruşturmaları Sonrası FETÖ Borsası ve Liyakat Tartışmaları 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından yargı sisteminde yaşananlar, rüşvet ve liyakat tartışmalarına yeni ve karmaşık bir boyut eklemiştir. Binlerce hâkim ve savcının FETÖ ile irtibatlı olması sebebiyle meslekten ihraç edilmesi, yargıda büyük bir personel boşluğu oluştururken, bu süreçte yürütülen soruşturmalar yeni yolsuzluk iddialarını da beraberinde getirmiştir. Kamuoyunda "FETÖ Borsası" olarak adlandırılan olgu, FETÖ üyeliği veya örgüte yardım suçlamasıyla haklarında soruşturma açılan varlıklı kişilerin, rüşvet karşılığında tahliye edildikleri, haklarında takipsizlik kararı verildiği veya davalardan beraat ettikleri yönündeki iddiaları kapsamaktadır. Örneğin, "FETÖ Borsası" davası kapsamında yargılanan bir savcıya, Fenerbahçeli bir yöneticinin 1 milyon dolar rüşvet verdiği iddiasıyla dava açılması ve bu iki dosyanın birleştirilmesi, iddiaların somut yargılamalara konu olduğunu göstermektedir. Bu tür iddialar, terörle mücadele gibi son derece hassas bir alanın dahi nasıl bir rant kapısına dönüştürülebileceğine dair ciddi endişeler doğurmuş ve meclis araştırma önergelerine konu olsa da bu önergeler reddedilmiştir. FETÖ nedeniyle ihraç edilen binlerce yargı mensubunun yerini doldurmak amacıyla, özellikle avukatlık mesleğinden hâkim ve savcılığa geçişler hızlandırılmıştır. Bu süreçte, "5 yıl avukatlık yapanların basit bir sınavla hâkim-savcı yapılması", hukuk alanında doktora yapmış olanların yazılı sınavdan muaf tutularak sadece mülakata tabi tutulması, yargıya alımlarda liyakat yönündeki eleştirileri ve tartışmaları alevlendirmiştir. Bölüm 5: Çözüm Yolları ve Adaletin Tesisi İçin Öneriler Yargıdaki rüşvet ve yolsuzlukla mücadele, sadece suçluların cezalandırılmasından ibaret değildir. Bu mücadele, aynı zamanda adalete olan toplumsal güveni yeniden inşa etmeyi, hukukun üstünlüğünü tam anlamıyla tesis etmeyi ve sistemin kendi kendini denetleyip temizleyebilen mekanizmalara kavuşmasını sağlamayı gerektirir. Bu, köklü, şeffaf ve kararlı bir sistematik reformla mümkündür. 5.1. Yargı Reformu Stratejileri ve Uluslararası Standartlar Türkiye, yargı sistemini modernize etmek ve sorunları çözmek amacıyla çeşitli "Yargı Reformu Stratejisi" belgeleri hazırlamıştır. Bu belgeler, yargı bağımsızlığını güçlendirme, yargının verimliliğini ve etkinliğini artırma, adalete erişimi kolaylaştırma ve yolsuzlukla mücadele gibi önemli hedefler içermektedir. Özellikle Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde 23. Fasıl olan "Yargı ve Temel Haklar" başlığı altında, aday ülkelerden bağımsız ve etkin çalışan bir yargı sistemi kurmaları ve yolsuzlukla etkin bir şekilde mücadele etmeleri beklenmektedir. Bu stratejilerin ve yolsuzlukla mücadele eylem planlarının kâğıt üzerinde kalmayıp, kararlılıkla uygulanması hayati önem taşımaktadır. Bu noktada, Yargıtay Başkanlığı ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) iş birliğiyle hazırlanan "Yargıda Şeffaflığa İlişkin İstanbul Bildirgesi", uluslararası standartları yansıtan önemli bir yol haritası sunmaktadır. Bildirgenin; yargılamanın temel ilke olarak kamuya açık yapılması, adli bilgiye kolay erişimin sağlanması, mahkeme kararlarının gerekçeli olması ve düzenli olarak yayınlanması, hâkimlerin olası çıkar çatışmalarını açıklaması ve disiplin prosedürlerinin şeffaf olması gibi temel ilkeleri, rüşvet ve yolsuzlukla mücadelenin temel taşlarını oluşturmaktadır. 5.2. Şeffaflık, Hesap Verebilirlik ve Denetim Mekanizmalarının Güçlendirilmesi Yolsuzluk, genellikle gizlilik ve denetimsizlik ortamında gelişir. Bu nedenle, mücadelede en etkili silahlar şeffaflık ve hesap verebilirliktir. İstanbul Bildirgesi'nde de vurgulandığı gibi, duruşmaların, dava dosyalarının (kişisel veriler korunarak), mahkeme kararlarının ve hatta mahkemelerin idari ve bütçe verilerinin kamu erişimine açılması, sistem üzerinde doğal bir kamu denetimi yaratır ve yolsuzluk için caydırıcı bir ortam oluşturur. HSK'nın yapısının, Adalet Bakanı'nın başkanlığından çıkarılması ve üyelerinin çoğunluğunun bizzat yargı mensupları tarafından seçildiği, kararlarının (meslekten çıkarma dışındakilerin de) etkin bir yargı denetimine açık olduğu bir modele dönüştürülmesi, Kurulun bağımsızlığını ve hesap verebilirliğini artıracaktır. Hâkimlerin disiplin prosedürleri şeffaf olmalı ve hangi davranışların yaptırıma konu olacağı net bir şekilde tanımlanmalıdır. Hâkim ve savcıların mal bildirimlerinin şeffaf, periyodik ve bağımsız bir kurum tarafından etkin bir şekilde denetlenmesi, haksız zenginleşmenin önüne geçmek için kritik bir adımdır. Ayrıca, özellikle rüşvet riskinin yüksek olduğu uyuşturucu, imar ve organize suç gibi davalara bakan hâkim ve savcılar için özel denetim mekanizmaları ve rotasyon sistemleri geliştirilmelidir. 5.3. Etik, Liyakat ve Toplumsal Güvenin Yeniden İnşası Uzun vadeli ve kalıcı bir çözüm, ancak sistemin temelini oluşturan insan kaynağının niteliğinin artırılması ve etik değerlerin güçlendirilmesiyle mümkündür. Yargı mensuplarına yönelik meslek içi etik eğitimlerine ağırlık verilmeli, rüşvet ve yolsuzluğun mesleki ve toplumsal sonuçları üzerine farkındalık artırılmalıdır. Mesleğe kabul ve terfi süreçlerinde liyakat, dürüstlük ve mesleki yetkinlik kriterleri, her türlü siyasi veya kişisel referansın üzerinde, mutlak öncelik haline getirilmelidir. Toplumsal güvenin yeniden inşası, sadece yolsuzluk yapanları en ağır şekilde cezalandırmakla değil, aynı zamanda sistemin şeffaf, adil ve hesap verebilir olduğunu somut adımlarla göstermekle mümkündür. Basın ve halkla ilişkiler birimlerinin etkin çalışması, yargının toplumla doğru bir iletişim kurması ve adaletin tecelli ettiğinin sadece kararlarla değil, sürecin işleyişiyle de gösterilmesi bu güvenin yeniden tesisinde kilit rol oynayacaktır. Sonuç Bu raporun bulguları, yargıdaki rüşvetin münferit ahlaki düşkünlüklerin ötesinde, tarihsel kökleri olan, ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde alevlenen, uyuşturucu, imar ve organize suç gibi yüksek rant içeren alanlarda yoğunlaşan ve sistemli denetim zafiyetlerinden beslenen yapısal bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Selçuklu'dan Osmanlı'ya, Chicago'dan Pennsylvania'ya ve günümüz Türkiye'sine uzanan bu kapsamlı analiz, adaletin rüşvetle lekelendiği her yerde, devletin meşruiyetinin, hukukun üstünlüğünün ve toplumun vicdanının derin yaralar aldığını göstermiştir. İslam hukukunun rüşveti "Allah'ın lanetlediği" bir fiil olarak görmesinden, modern hukuk sistemlerinin en ağır cezalara bağlamasına kadar, rüşvet evrensel olarak adaletin antitezi kabul edilmiştir. Küresel skandallar, yolsuzluğun sadece birkaç "çürük elma" sorunu olmadığını, kurumsal bir "sessizlik komplosu" ile nasıl bir kültüre dönüşebileceğini acı bir şekilde kanıtlamıştır. Türkiye'de kamuoyuna yansıyan vakalar ise bu küresel hastalığın yerel tezahürlerinin ne denli endişe verici boyutlara ulaşabildiğini göstermektedir. Nihai olarak, rüşvetçi hâkimlerle mücadele, sadece bir suçla mücadele değil; hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi ve en temel insan hakkı olan adil yargılanma hakkını koruma mücadelesidir. Bu mücadele, popülist söylemler veya geçici önlemlerle değil, ancak yargı bağımsızlığını tam anlamıyla güvence altına alan, şeffaflığı ve hesap verebilirliği temel ilke edinen, liyakati ödüllendiren ve denetim mekanizmalarını tavizsiz işleten köklü ve kararlı bir sistemik reformla başarıya ulaşabilir. Adalet mülkün temelidir ve o temel, rüşvetin pasıyla çürütülemez.

Yorumlar

Haber Arama