Cemal Akkuş’un köşe yazısının tamamı
I. Giriş: Yeni Bir Devlet Aklı ve Stratejik Paradigma Değişimi
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yılı aşkın siyasi tarihinde, ulusal güvenliği, toplumsal bütünlüğü ve ekonomik kalkınmayı en derinden etkileyen olguların başında terör sorunu gelmektedir. On yıllara yayılan bu mücadele süreci, sadece askeri ve güvenlik bürokrasisini değil, sivil siyaseti, dış politikayı ve toplumsal dokuyu şekillendiren birincil dinamik olmuştur. 2024 yılının son çeyreğinde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "Türkiye Yüzyılı" vizyonu çerçevesinde dillendirdiği ve Cumhur İttifakı ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tarihsel bir çıkışla çerçevesini genişlettiği "Terörsüz Türkiye" hedefi, devletin bu kronikleşmiş soruna yaklaşımında köklü, yapısal ve stratejik bir paradigma değişimine işaret etmektedir.
Bu rapor, AK Parti’nin TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na sunduğu stratejik çerçeve belgesi, MHP’nin beka odaklı yaklaşımı ve DEM Parti’nin demokratik çözüm talepleri ışığında; iktidarın "Terörsüz Türkiye" sürecindeki yaklaşımını, geçmiş tecrübelerden çıkarılan dersleri, bölgesel ve küresel dinamiklerin etkisini ve Abdullah Öcalan’ın araçsal rolünü derinlemesine analiz etmeyi amaçlamaktadır. Analizimiz, sorunun iktidar tarafından nasıl tanımlandığını, "demokratikleşme sorunu" ile "terör sorunu" arasındaki sarkaçta nerede durulduğunu ve emperyal güçlerin vekalet savaşları sahasına dönen Ortadoğu coğrafyasında bu yeni stratejinin uygulanabilirliğini mercek altına alacaktır.
İktidarın yaklaşımı, geçmişteki romantik çözüm arayışlarından ve salt güvenlikçi reflekslerden sıyrılarak, reelpolitiğin sert gerçeklerine dayanan, devletin bekasını ve üniter yapıyı kırmızı çizgi olarak belirleyen, ancak toplumsal entegrasyonu ve ekonomik kalkınmayı da ihmal etmeyen hibrit bir "Devlet Aklı" projesi olarak tezahür etmektedir. Bu proje, terör örgütü PKK’nın sadece askeri olarak değil, ideolojik, sosyolojik ve diplomatik olarak da tasfiye edilmesini ve örgütün arkasındaki uluslararası desteğin (ABD/İsrail ekseni) boşa düşürülmesini hedeflemektedir.
II. AK Parti İktidarı Boyunca Terör Sorununa Yaklaşımın Tarihsel ve Yapısal Analizi
AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesinden günümüze kadar geçen 23 yıllık süreçte, terör sorununa yaklaşımı statik bir çizgiden ziyade, iç ve dış dinamiklerin zorlamasıyla şekillenen, öğrenme süreçleri ve stratejik kırılmalarla dolu dinamik bir evrim geçirmiştir. Bu evrim, sorunun "tanımlanması" ve "çözüm araçlarının" çeşitliliği açısından dört ana dönemde kategorize edilebilir.
1. Sessiz Devrim ve Demokratikleşme Evresi (2002-2009)
AK Parti, iktidarının ilk döneminde sorunu temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, vesayet rejiminin tasfiyesi ve Olağanüstü Hal’in (OHAL) kaldırılması gibi demokratikleşme adımları üzerinden okumuştur. Parti programında yer alan "Kürt sorunu, Türkiye’nin bir demokratikleşme sorunudur" tespiti, bu dönemin ruhunu yansıtmaktadır. 2005 yılında Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasında "Kürt sorunu benim de sorunumdur" çıkışı, devletin resmi inkâr politikasından kopuşun ve sorunu siyasi bir zeminde tanıma iradesinin en somut göstergesi olmuştur.
Bu dönemde atılan adımlar, sadece yasal düzenlemelerle sınırlı kalmamış, toplumsal psikolojiyi dönüştürmeyi hedeflemiştir:
OHAL’in Kaldırılması (2002): Bölgedeki olağanüstü yönetim pratiğine son verilerek normalleşme zemini aranmıştır.
Kültürel Haklar: TRT Şeş’in (TRT Kurdi) açılması, Kürtçe üzerindeki yasakların kaldırılması, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması gibi adımlar, devletin "inkâr" politikasını terk ettiğinin ilanı olmuştur.
AB Uyum Süreci: Kopenhag Kriterleri çerçevesinde yapılan reformlar, terörün istismar ettiği demokratik eksiklikleri gidermeyi amaçlamıştır.
Ancak bu dönemde terör örgütü PKK, demokratikleşme adımlarını bir "zayıflık" veya "taktiksel manevra" olarak okumuş; şiddet eylemlerini sürdürerek devletin reform iradesini sabote etmeye çalışmıştır. İktidar, bu dönemde sorunu "şiddet üreten bataklığı kurutmak" metaforuyla ele almış, sivrisineklerle (teröristlerle) uğraşmak yerine bataklığı (demokrasi açığını) kurutmayı hedeflemiştir.
2. Açılım ve Çözüm Süreci (2009-2015)
2009’da başlatılan "Demokratik Açılım" ve ardından 2013’te hayata geçirilen "Çözüm Süreci", devletin sorunu şiddet dışı yöntemlerle, diyalog ve müzakere yoluyla çözme arayışının zirve noktasıydı. Bu dönem, Cumhuriyet tarihinde devletin örgütle dolaylı veya doğrudan temas kurarak silahları bıraktırmaya çalıştığı en cesur ve bir o kadar da sonuçları itibariyle kötü bir siyasi inisiyatif olarak kayda geçmiştir.
Akil İnsanlar Heyeti, 6551 sayılı "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun"un çıkarılması, Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır Nevruz’unda okunan mektubu ile silahlı mücadelenin bittiği ve siyasi mücadelenin başladığının ilan edilmesi bu dönemim öne çıkan adımlarıdır.
Ancak Ak Parti Raporu’nda da özeleştiri mahiyetinde vurgulandığı üzere, bu süreçte hükümetin "iyi niyeti", örgüt tarafından bir "alan hakimiyeti" fırsatı olarak değerlendirilmiştir. Operasyonların durdurulması, valilere verilen "operasyon yapmayın" talimatları, örgütün kırsaldaki silahlı unsurlarını şehirlere taşımasına, şehir merkezlerinde hendek ve barikatlar kurarak "kurtarılmış bölgeler" oluşturma provasına girişmesine neden olmuştur. Bu dönem, iktidar açısından "analar ağlamasın" retoriği ile toplumsal desteğin zirveye çıktığı, ancak örgütün "sokak çatışması" stratejisine hazırlık yaptığı bir paradoksu barındırmıştır.
3. Güvenlikçi Paradigmanın Dönüşü ve Topyekûn Mücadele (2015-2023)
Çözüm Süreci’nin, PKK’nın başlattığı "Çukur ve Hendek" terörü ve Ceylanpınar’da iki polisin uykusunda şehit edilmesiyle sona ermesi, Ak Parti’nin terörle mücadele stratejisinde keskin ve geri dönüşsüz bir kırılmaya yol açmıştır. Devlet, sorunu artık sadece bir demokratikleşme meselesi olarak değil, ülkenin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini hedef alan bir "beka" sorunu olarak kodlamaya başlamıştır.
Konsept Değişikliği: "Terörle mücadele"den "terörü kaynağında yok etme" doktrinine geçilmiştir. Savunma sanayiindeki yerlileşme hamlesi (İHA/SİHA teknolojileri) ile birleşerek, terör sadece sınır içinde değil, sınır ötesinde (Irak ve Suriye) de vurulmaya başlanmıştır.
15 Temmuz Sonrası Konsolidasyon: AK Parti Raporu’nda, 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası devletin tüm güvenlik bürokrasisinin (TSK, Emniyet, İstihbarat) FETÖ unsurlarından temizlenerek tek bir çatı altında ve uyum içinde hareket etmesinin, terörle mücadelede oyun değiştirici bir etki yarattığı vurgulanmaktadır.1
Sınır Ötesi Harekâtlar: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Pençe serisi operasyonlar, örgütün Suriye ve Irak’taki lojistik ve stratejik derinliğini hedef almış, Türkiye sınırlarında bir "terör koridoru" kurulmasını engellmiştir.
4. Terörsüz Türkiye Vizyonu ve Yeni Devlet Aklı (2024 ve Sonrası)
Bugün gelinen noktada Ak Parti, sorunu artık bir "müzakere" süreci olarak değil, örgütün fiilen bitişinin tescili, silahların teslimi ve toplumsal entegrasyon süreci olarak ifade etmektedir. MHP ile kurulan "Cumhur İttifakı" zemininde şekillenen bu yeni yaklaşım, sorunu "Kürt Sorunu" parantezinden çıkarıp "Terör ve Bölücülük Sorunu" parantezine almıştır. Rapor, bu yeni yaklaşımı "devletin ve milletin projesi" olarak tanımlamakta ve temel hedefin "silahların sadece elden değil, zihinlerden ve gönüllerden de bırakılması" olduğunu belirtmektedir.
III. Geçmiş Çözüm Sürecindeki Hataların Analizi ve Çıkarılan Dersler
Ak Parti Raporu ve ilgili analizler incelendiğinde, 2013-2015 yılları arasındaki Çözüm Süreci’ne dair yapılan tespitler, mevcut stratejinin "negatif referans noktasını" oluşturmaktadır. İktidar, "nerede hata yaptık?" sorusuna verdiği cevaplarla yeni yol haritasını şekillendirmiştir.
1. Kamu Düzeni ve Alan Hakimiyeti Zafiyeti
Geçmiş süreçte yapılan en kritik hata, çözüm iklimini korumak adına kamu düzeninden taviz verilmesi olmuştur. Güvenlik güçlerinin pasif konuma çekilmesi, örgütün şehir yapılanmalarını (YDG-H) güçlendirmesine, yol kontrolleri yapmasına, vergi adı altında haraç toplamasına ve paralel yargı (öz yönetim) denemelerine girişmesine zemin hazırlamıştır.
AK Parti Raporu, yeni süreçte "Kamu Düzeni ve Süreç Yönetimi" başlığı altında bu hatanın tekrarlanmayacağını, kamu düzeninden ve devlet otoritesinden asla taviz verilmeyeceğini, sürecin bir güvenlik zafiyeti yaratmasına müsaade edilmeyeceğini kesin bir dille vurgulamaktadır. Yeni stratejide, silah bırakma gerçekleşene kadar operasyonların durması söz konusu değildir; bilakis, örgüt üzerindeki askeri baskı, teslimiyeti zorlayıcı bir unsur olarak devam edecektir.
2. Uluslararası Konjonktürün ve Suriye Etkisinin Okunamaması
Çözüm Süreci yürütülürken, Suriye’de patlak veren iç savaşın ve "Rojava" dinamiklerinin PKK üzerindeki etkisi yeterince öngörülememiştir. Örgüt, Suriye’de ABD ve Batı koalisyonunun desteğiyle elde ettiği kazanımları ve "meşruiyet" alanını, Türkiye’ye karşı bir kaldıraç olarak kullanma yoluna gitmiştir. "Kobani Olayları" (6-8 Ekim), örgütün çözüm masasını devirmesinde Suriye’deki gelişmelerin ne kadar belirleyici olduğunun kanıtıdır.
Yeni yaklaşım, "Terörsüz Türkiye" hedefini "Terörsüz Bölge" vizyonu ile birleştirerek, sorunu sadece Türkiye sınırları içinde değil, Suriye ve Irak sahasındaki gelişmelerle entegre bir şekilde ele almaktadır. İktidar, içerideki barışın, dışarıdaki (Suriye/Irak) terör varlığı bitirilmeden kalıcı olamayacağını anlamıştır.
3. İstismar Zemini ve Siyasi Talepler
Demokratikleşme adımlarının örgüt tarafından "taviz" ve "zaaf" olarak algılanması, örgütün siyasi taleplerini (özerklik, anadilde eğitim vb.) maksimalist bir düzeye çekmesine neden olmuştur. Örgüt, süreci silah bırakmak için değil, silahlı gücünü koruyarak siyasi statü elde etmek için bir araç olarak görmüştür.
Yeni raporda, "Müstakil ve Geçici Kanun" önerisi ile sürecin çerçevesi net çizilmiş; genel bir af veya anayasal statü değişikliği yerine, silah bırakanların topluma kazandırılmasını hedefleyen, teknik ve hukuki sınırları belli bir "entegrasyon" düzenlemesi öngörülmüştür. İktidar, "siyasi müzakere" kapısını kapatmış, "teslimiyet ve entegrasyon" kapısını açmıştır.
4. Muhataplık Karmaşası
HDP heyetlerinin İmralı-Kandil-Ankara arasında mekik dokuduğu "postacı diplomasisi", örgütün Kandil kanadının süreci sabote etmesine ve çok başlılık yaratmasına olanak tanımıştır.
AK Parti Raporu, yeni dönemde muhatabın doğrudan doğruya devletin belirlediği kurumsal mekanizmalar ve örgütün terör lideri olarak Abdullah Öcalan’ın "talimat verici" rolü olduğunu işaret etmektedir. "Tespit ve Teyit Mekanizması", aracıları devreden çıkararak, devletin örgütün lağvedildiğini doğrudan doğrulamasını esas almaktadır.
IV. Suriye ve Irak Sahasında Terörün Boyutu ve Emperyalist Bağlantıların Analizi
İktidarın "Terörsüz Türkiye" vizyonunun en önemli ayağı, terörün uluslararası boyutunun ve emperyalist güçlerle olan ilişkisinin doğru analiz edilmesidir. AK Parti Raporu’nun "Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge" bölümü, bu konudaki tecrübeleri ve stratejik yaklaşımı detaylandırmaktadır.
1. İsim Değişikliği Kamuflajı: PKK = YPG = SDG
Rapor ve hükümet yetkililerinin açıklamaları, PKK’nın Suriye’de YPG ve SDG isimleri altında meşruiyet devşirmeye çalıştığını, ancak bu yapıların komuta kademesi, ideolojisi ve kadro geçişkenliği açısından organik olarak PKK’nın bir parçası olduğunu net bir şekilde tespit etmektedir. İktidar, Batı’nın "SDG terör örgütü değildir, DEAŞ ile savaşan ortaktır" tezini kesin bir dille reddetmekte ve bu yapıları "isim değiştirmiş terör odakları" olarak tanımlamaktadır.
2. ABD ve İsrail Desteği: Vekalet Savaşı
Türkiye’nin analizine göre, PKK terörünün geldiği boyut, artık basit bir örgüt kapasitesini aşmış, uluslararası güçlerin bir "kara gücü" haline gelmiştir.
ABD Faktörü: ABD’nin Suriye’de SDG’ye sağladığı binlerce tır silah, mühimmat, lojistik destek ve askeri eğitim, örgütü düzenli bir ordu kapasitesine ulaştırmayı hedeflemektedir. ABD Savunma bütçesinden PKK/YPG’ye ayrılan fonlar, bu desteğin kurumsallaştığını göstermektedir. İktidar, bu durumu müttefiklik ilişkisiyle bağdaşmayan, Türkiye’nin bekasını tehdit eden bir "beka sorunu" olarak görmektedir.
İsrail Faktörü: Raporda ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarında, İsrail’in Gazze’deki saldırganlığı ve "Arz-ı Mevud" (Vadedilmiş Topraklar) hayalleri ile PKK/YPG’nin bölgedeki varlığı arasında stratejik bir örtüşme olduğu analizi yapılmaktadır. İsrail’in bölge ülkelerini parçalayarak kendisine uydu devletçikler (İkinci İsrail) yaratma stratejisinde, PKK/YPG’nin bir enstrüman olarak kullanıldığı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin terörle mücadelesi, aynı zamanda Siyonist ve emperyalist yayılmacılığa karşı bir "anti-emperyalist direniş" hattı olarak sunulmaktadır.
3. "Teröristan" Kurulmasına İzin Verilmeyecek
İktidarın temel tezi, güney sınırlarında (Suriye ve Irak kuzeyi) bir "terör devleti" veya "terör koridoru" kurulmasına asla izin verilmeyeceğidir. "Terörsüz Bölge hedefi, komşu ülkeler başta olmak üzere yakın bölgemizde, terör örgütleri üzerinden emperyalist vesayet kurulmasına karşı bir duruştur". Bu strateji, Suriye ile normalleşme arayışlarını, Irak ile yapılan "Kalkınma Yolu Projesi" ve güvenlik anlaşmalarını, terör örgütünü bölgesel işbirlikleriyle boğma planının bir parçası olarak kurgulamaktadır.
V. Abdullah Öcalan’ın Rolü: Tutarlılık, Araçsallık ve "Hizmet" Söylemi
Yeni sürecin en kritik ve tartışmalı boyutu, İmralı’daki Abdullah Öcalan’ın rolüdür. MHP Lideri Bahçeli’nin "Öcalan gelsin TBMM DEM Parti grubunda örgütün lağvedildiğini açıklasın" çağrısı, devletin Öcalan’a biçtiği "araçsal" rolü ve stratejik pragmatizmi gözler önüne sermiştir.
1. "Hizmet Ederim" Söylemi ve Psikolojik Zemin
Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’dan Türkiye’ye getirilirken uçakta söylediği sözler, devlet hafızasında tazeliğini korumaktadır: "Ben ülkemi severim. Annem de Türk'tü. Bir hizmet imkânım olursa yaparım. Onun dışında bana bir şey söylemeyin. Hizmet gerekirse yaparım. Türkiye'ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz, hizmet ederim".
Devlet, Öcalan’ın hayatta kalma güdüsüyle ve yakalanmışlığın verdiği psikolojiyle sarf ettiği bu sözleri, bugün örgütün tasfiyesi için bir "manivela" olarak kullanma stratejisi gütmektedir. Bu yaklaşım, Öcalan’ı bir "Kürt Halk Önderi" veya "Siyasi Muhatap" olarak değil, devlete hizmet etme sözü vermiş ve şimdi bu sözü tutarak örgütü bitirmesi beklenen bir "enstrüman" olarak konumlandırmaktadır.
2. İstihbarat Ajanı İddiaları ve Tutarlılık Analizi
Öcalan hakkında geçmişte ve günümüzde dile getirilen "devletle bağlantılı olduğu", "istihbaratın kontrolünde olduğu" iddiaları üzerinden yapılan "ajan" tartışmaları, devletin ona bakışındaki pragmatizmi besleyen unsurlardır. İktidar (özellikle MHP kanadı), Öcalan’ı bir "kahraman" değil, devletin gücü karşısında boyun eğmiş ve şimdi devletin bekası için kullanılacak bir "mahkûm" olarak görmektedir. Öcalan’ın tutumu tarihsel olarak zikzaklar çizmiştir; bazen "demokratik cumhuriyet" tezini savunmuş, bazen çatışmayı körüklemiştir. Ancak bugünkü "tutumu", devletin çizdiği çerçeveye uyumlu görünmektedir.
3. Sürece Olumlu Katkı İhtimali
Öcalan’ın sürece katkısı, "demokratik bir lider" olarak değil, örgüt üzerindeki "mutlak otoritesini" kullanarak bir fesih çağrısı yapması noktasında aranmaktadır. Kandil ve Avrupa kanadının, Öcalan’ın çağrısına rağmen direnç gösterip göstermeyeceği belirsiz olsa da, devlet aklı, Öcalan’ın yapacağı bir çağrının örgüt tabanında, dağ kadrosunda ve özellikle YPG/SDG üzerinde yaratacağı "meşruiyet krizini" ve "psikolojik çözülmeyi" hedeflemektedir. Öcalan’ın, "silahlı mücadele dönemi bitmiştir, örgüt lağvedilmelidir" demesi, örgütün ideolojik varlık sebebinin kurucusu eliyle ortadan kaldırıldığı anlamına gelmektedir. Bu, terörsüz Türkiye sürecine reel ve çok güçlü bir katkı sağlayabilir; çünkü uluslararası güçlerin elindeki "proxy" örgüt, lideri tarafından boşa düşürülmüş olacaktır.
VI. İktidarın Yaklaşımı: Demokratikleşme Sorunu mu, Terör Sorunu mu?
AK Parti’nin bugünkü yaklaşımı, 2000’lerin başındaki "Kürt sorunu demokratikleşme sorunudur" tezinden belirgin bir şekilde ayrılarak, sorunu bir "terör, bölücülük ve dış müdahale sorunu" olarak tanımlayan bir çizgiye evrilmiştir.
1. Haklar Verildi, Geriye Terör Kaldı
AK Parti Raporu’nun "AK Parti'nin Meseleye Bakışı" ve "Tarihi Adımlar" bölümlerinde, geçmişte atılan adımların (kültürel haklar, dil yasaklarının kalkması, bölgesel yatırımlar) "sessiz devrim" niteliğinde olduğu savunulmaktadır. İktidarın tezine göre; devlet, demokratikleşme adına üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Artık ortada "verilmemiş bir hak" sorunu değil, bu hakları ve demokratik ortamı istismar eden, emperyalist güçlerin maşası haline gelmiş bir terör örgütü sorunu vardır. Dolayısıyla çözüm, yeni bir demokratikleşme paketiyle değil, terörün tasfiyesiyle mümkündür.
2. Müstakil ve Geçici Kanun: Hukuki Çerçeve
İktidar, sorunu çözmek için "yeni bir anayasa" veya "özerklik" gibi siyasi statü tartışmalarına girmeyi reddetmektedir. Bunun yerine, raporda önerilen "Müstakil ve Geçici Kanun", silah bırakan örgüt mensuplarının topluma kazandırılmasını, pişmanlık yasalarından daha kapsayıcı ancak süreli ve şarta bağlı bir hukuki mekanizma ile sağlamayı hedeflemektedir. Bu kanun, sorunu siyasi bir "statü pazarlığı" olmaktan çıkarıp, teknik ve hukuki bir "entegrasyon ve rehabilitasyon" sürecine indirgemektedir. Amaç, örgüt mensuplarına "silahı bırak, eve dön" çağrısını yasal güvenceyle sunmaktır.
3. Anti-Emperyalist Duruş ve "Vekil Güç" Tezi
Yaklaşım, terör örgütünün artık Kürtlerin haklarını savunan bir yapı olmaktan çıkıp, ABD ve İsrail’in bölgesel çıkarlarına hizmet eden bir "vekil" (proxy) güce dönüştüğü tespiti üzerine kuruludur. Dolayısıyla, örgütün bitirilmesi, sadece bir iç güvenlik meselesi değil, Türkiye’nin "Tam Bağımsızlığı"nın ve anti-emperyalist duruşunun bir gereği olarak sunulmaktadır. İktidar, bu söylemle örgütün tabanındaki "Kürt davası" motivasyonunu kırmayı ve örgütün ideolojik olarak "Amerikan askeri" konumunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.
VII. Siyasi Partilerin Yaklaşımlarının Karşılaştırmalı Analizi
"Terörsüz Türkiye" sürecinde siyasi partilerin konumlanışı, sorunun tanımı ve çözüm yöntemleri açısından üç farklı eksende şekillenmektedir.
1. AK Parti ve MHP: Devlet Aklında Bütünleşme (İktidar Bloğu)
Tanım: MHP Raporu, sorunu "Kürt Sorunu" olarak tanımlamayı kesinlikle reddetmekte, "Terör ve Tedhiş Sorunu" kavramını kullanmaktadır. AK Parti de bu söyleme yaklaşarak "Terör Sorunu" tanımında birleşmiştir.
Kırmızı Çizgiler: Her iki parti için de Anayasa'nın ilk 4 maddesi, üniter yapı, tek bayrak ve Türklük tanımı tartışmaya kapalıdır.
Yöntem: MHP’nin Öcalan çıkışı, bir "taviz" veya "müzakere" değil, örgütün "kayıtsız şartsız teslim alınması" hamlesidir. AK Parti Raporu da "Tespit ve Teyit Mekanizması" ile bu çizgiyi benimsemekte; devletin gücünü göstererek örgütü feshine zorlamayı hedeflemektedir. İki parti arasında bir "Devlet Aklı" mutabakatı vardır. AK Parti, MHP’nin katı "beka" söylemini, "kardeşlik, kalkınma ve Türkiye Yüzyılı" söylemiyle yumuşatarak toplumsal tabana yaymayı hedefleyen bir "arayüz" işlevi görmektedir.
2. DEM Parti: Demokratikleşme ve Statü Talebi
Tanım: DEM Parti Raporu, sorunu bir "Statü, Eşit Yurttaşlık ve Demokrasi Sorunu" olarak görmektedir.
Talepler: "Barış Yasası" çıkarılması, kayyımların kaldırılması, anadilde eğitim hakkı, Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) kaldırılması ve Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü de kapsayan "Umut Hakkı"nın tanınması temel taleplerdir.
Yöntem: DEM Parti, Öcalan’ı bir "araç" değil, "baş müzakereci" ve "siyasi aktör" olarak konumlandırmaktadır. Çözümün sadece silah bırakmakla değil, yeni bir anayasa ve demokratik cumhuriyet inşasıyla mümkün olacağını savunmaktadır.
4. Ara Yaklaşım mı, Özgün Yaklaşım mı?
İktidarın (AK Parti-MHP) yaklaşımı, ne geçmişteki Çözüm Süreci’nin "müzakereci" tavrına ne de 90’ların salt "imha" stratejisine benzemektedir. Bu, özgün ve hibrit bir "Devlet Projesi"dir.
Bu yaklaşım:
Müzakere etmeden sonuç almayı (Öcalan'ı kullanarak),
Demokratikleşme paketi açmadan entegrasyonu sağlamayı (Müstakil Kanun ile),
Örgütü muhatap almadan tasfiye etmeyi,
Kürt vatandaşları örgütün vesayetinden kurtarıp devletle bütünleştirmeyi hedeflemektedir.
Bu yönüyle, DEM Parti ile İktidar arasında bir "ara yaklaşım" yoktur; taban tabana zıt iki farklı paradigma söz konusudur.
VIII. Sonuç: Terörsüz Türkiye Sürecinde İktidarın Yaklaşımı Nedir?
Bu kapsamlı analiz ışığında, "Terörsüz Türkiye Sürecinde İktidarın Yaklaşımı Nedir" sorusuna verilecek cevap şudur: İktidarın yaklaşımı, geçmişin romantik ve liberal çözüm arayışlarından tamamen sıyrılmış, reelpolitiğin sert gerçeklerine, devletin "beka" refleksine ve "güç projeksiyonuna" dayanan, "Topyekûn Tasfiye ve Zorlayıcı Entegrasyon" stratejisidir.
Bu yaklaşım şu temel sütunlar üzerine inşa edilmiştir:
Sorunun Adını Değiştirmek: Sorun artık bir demokrasi sorunu değil, bir "emperyalizmle mücadele" sorunudur. ABD ve İsrail’in bölgedeki planlarına karşı Türkiye’nin verdiği bir varoluş savaşıdır.
Öcalan’ı Araçsallaştırmak: Öcalan, siyasi bir ortak değil, örgütü içeriden çökertmek, ideolojik meşruiyetini bitirmek ve "silah bırak" talimatını verdirmek için kullanılan stratejik bir enstrümandır. Onun "devlete hizmet" sözü, bugün tahsil edilmektedir.
Bölgesel Temizlik: İçerideki terörü bitirmek için dışarıdaki (Suriye/Irak) kaynağın kurutulması şarttır. "Terörsüz Bölge" vizyonu, askeri operasyonlar ve bölgesel diplomasi ile YPG’nin varlığını sonlandırmayı hedefler.
Hukuki Çıkış Yolu: "Müstakil ve Geçici Kanun", pişmanlık duyan veya çıkış yolu arayan örgüt mensuplarına, siyasi statü vermeden topluma dönme şansı tanıyan pragmatik bir kapıdır.
Reel Katkı Potansiyeli:
Bu yaklaşım, örgütün askeri kapasitesinin zayıfladığı, lider kadrosunun yaşlandığı ve bölgesel dengelerin değiştiği bir dönemde, örgütün tasfiyesine reel bir katkı verebilir. Öcalan’ın çağrısı, örgüt içinde büyük bir kırılma yaratabilir ve tabandaki çözülmeyi hızlandırabilir. Ancak, uluslararası güçlerin (ABD/İsrail) YPG üzerindeki kontrolü devam ettiği sürece, örgütün Suriye kolunun tamamen bitirilmesi sadece Ankara’nın iradesiyle değil, küresel güç dengeleriyle de ilgili olacaktır.
İktidar, "Terörü bitir, kardeşi kazan" formülüyle, Kürt vatandaşlarını terör örgütünün ipoteğinden kurtarıp "Türkiye Yüzyılı" vizyonuna ortak etmeyi amaçlamaktadır. Bu, bir "barış süreci"nden ziyade, devletin gücünü tahkim ettiği ve örgütü kendi şartlarında teslime zorladığı bir "zafer ve devletleşme" stratejisidir. MHP ile kurulan tam mutabakat, bu stratejinin devletin "kırmızı kitabı"na girdiğini ve iktidar değişse bile kolay kolay değişmeyecek bir "devlet politikası"na dönüştüğünü göstermektedir.
Basiretsiz siyasetçilerin, salt yerel dinamiklerle hareket eden ve birincil önceliği vatan-millet olmayanların, İslamcılık adı altında Kürtçülük yapanların, içeride ve dışarıda çatışmadan beslenenlerin, silah baronlarının, terörün tasmasını elinde tutanların süreci nereye sürükleyeceğini bilemeyiz. Ancak ortaya konan resmi belge ve yol haritasından çıkaracağımız sonuç budur.





Yorumlar