Çoğumuzun zaman zaman bir gözü açık uyuduğu olur. Bu olgu hafta sonuna denk gelmese daha iyi olur ama bazı şeylerin keyfiyeti elimizde değil. Hafta sonları, insanın içini biraz olsun ferahlatması gereken zamanlar olsa da bazen bu mümkün olmaz; aksine, ülkesinin geleceğiyle ilgili sorular zihnine musallat olur. Bugün öyle bir gün.
Geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti gündemdeydi. Başkan Trump tarafından gösterilen “aşırı konukseverlik”, bazı çevrelerce “diplomatik başarı” olarak sunuldu. Ancak dikkatli kulaklar, bu ziyarette konuşulanların satır aralarını da duyar. Özellikle Trump’ın açıklamaları, görüşmenin perde arkasını açıkça ortaya koyuyor: Rahip Brunson meselesi, Halkbank davası, seçim güvenliği tartışmaları ve enerji bağımlılığı gibi konular, Türkiye’nin uluslararası itibarını zedeleyen başlıklar olarak masadaydı.
Ne var ki, bu başlıklar yerli medyada ya hiç yer bulmadı ya da “dostane temaslar” başlığı altında gölgelendi. Oysa kulaklarını dikmiş bir yurttaş, bu gölgenin ardında neyin saklandığını merak eder. Çünkü kulak dikmek, tehlikeyi sezmek değil sadece; aynı zamanda uyanık kalmaktır.
Bu yazı, kimseyi ürkütmek için değil; ama kimsenin uyutulmasına da razı olmamak için kaleme alındı. Diplomaside nezaket önemlidir, ama nezaketin ardına saklanan gerçekler daha da önemlidir. Eğer bir ülkenin lideri, başka bir ülkenin lideri tarafından övülürken aynı anda ülkesinin temel meseleleri anımsatılıyorsa, bu övgüye değil, o anımsatmaya kulak vermek gerekir.
Bugün Pazar. Belki biraz kaygısız olmamız gerekirdi. Hatta Nazım Hikmet’in dediği gibi “toprak, güneş ve ben bahtiyarım” diyebilmek de vardı serde ama ülkenin geleceği söz konusuysa, kaygı da bir yurttaşlık görevidir: Kulaklar dik, gözler açık. Çünkü bazı gerçekler, ancak dikkatle bakıldığında görünür.
Karabaş’ın gözünden kısa bir parantez ekleyerek bitirelim:
Karabaş, sabah güneşiyle birlikte kulaklarını dikmişti. Kırdaki sessizlik onu huzursuz ediyordu. Yakınlardan gelen bir ses, sahibinin radyosundandı: “Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok seviyor.” Karabaş, bu cümledeki sevgi sözcüğüne değil, ses tonundaki tuhaflığa takıldı. Kulaklarını biraz daha dikti, kuyruğunu hafifçe kıstı. Çünkü Karabaş bilirdi: Gerçek tehlike, sessizce yaklaşırdı. Ve bazen, övgü gibi görünen şeyler, aslında karabaşa takılacak bir tasmanın tokası olabilirdi? “Bir gözü açık uyumanın bile lüks olduğu zamanları yaşıyor olabiliriz?” diye düşündü.
Ecz. Arif Yayla





Yorumlar